9 Eylül 2014 Salı

Perspektif

Ne kadar küçük.
O kadar küçük ki; toz zerresi kadar.
Görme mesafemden, eriyor.


Anish Kapoorun heykel işlerini izlediniz mi hiç?
İnsan elinden çıkma ve bir o kadar insanı azaltan bir duygu verir.
Öyle bir azaltma ki içten içe büyüyor ve öylece olduğunuz gibi yok oluyorsunuz.

Ülkemizde yaşamadığından hemen çıkıp gidin inceleyin, ne hissettiğimi anlarsınız diyemiyorum.
Ben de içimde bu hissi her uyandırmak istediğimde onu izleyemiyorum elbette.

Görkem nedir? Büyüklük nasıl bir şey? Devasa nasıl bir bütün?

Dünya haritalarını incelerken ilk baktığım alanlar bucaksız okyanuslar oluyor benim.
Kimisi şehirlere takılır, ama benim derdim suyla.
Haritadan bile ürpertisini hissettiğim.
Tüm o içeriye açılan kumul kaya girintiler.
Ve
İçerdeki sonsuz dünya. 
Uçan büyük deniz canlıları.
Yüzmek falan değil, boşlukta süzülmek. 
Öyle bir süzülmek ki baştan aşağı uçmak.

Dünyaya bakıyorum. Sıkıştırarak bir isim vermek zorunda hissettiğimiz zaman dilimlerinden. 
Düşünsene şimdi başka bir gezegende olsan; zaman bu zaman değil, yaşın zaten hiç bu değil. 
Tüm bu izafi değerler arasında kaybolmak seni de rahatlatmıyor mu?
Yaşam senin ona yüklediğin gerçeklerin dışında kalabilecek kadar kaygan. 
Burda değil de orda olmak yeterdi bunun için.

Çöle doğru bakarken; aslında nasıl bir hiç oluşunu görüyorsun.
Gerçeklik algın nasıl yerinden oynuyor.
Ve o kadar oradasın ki tümden ayrı ve aslında içten içe bütünleşmek isteyen.
Sadece o kadar yokum ki varlık bir anlam yanılgısına düşüyor, bunu düşündüğüm anlarda.

Kendimi denizi izlerken bulduğumda hatta dünyayı, gezegenleri; ne kadar küçük olduğumu görme fikriyle büyüleniyorum.

Gezegenlere bakarkenki sonsuz uzay boşluğu. Ve yıldız kümelerindeki tüm o akış.

Evrendeki tüm o yasalar. Sanki yunan üslubuyla oyulmuş zarif heykeller kadar biçimli. 

Ve her şey dönerken insanın da kendi içindeki o muazzam dönüşü.






Kalabilmek için gitmeye ihtiyaç duyduğum anlar geliyor aklıma.. 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder