31 Ekim 2014 Cuma

Kışlık masal

Anlaşılan o ki kopkoyu Kayahan şarkıları eşliğinde yağmuru izleyeceğimiz bir kış bekliyor bizi.
Yine beremi takınca kutu bebeklerine benzediğimi duyacağım şundan bundan ve içten içe hıh diye gülümseyeceğim.
Kış işte. 
Erkenden hava kararırken ya da gündüz zaten hiç aydınlanmamış; sımsıcak tutsun diye o yünlü hırkalarıma daha bir sarıldığım.
Ve sonra içimi kaplayan hüzünle camı açıp derin bir nefes aldığım.
Köpeğimin koşup geldiği; ki ne kadar ihmal edersen et yine de koşar sarılır. Bana öyle geliyor ki karşılıksız koşulsuz sevgi de bundan başka türlü olamaz zaten.
Koşulsuz sevgi, insanlıkta aradığım tek şey.
Sonra şömine çıtırtılarını dinleyeceğimiz bir kış işte.
Karlar yağacak geceden ve sabah uyanınca hem ürperecek hem mutlu olacağız. 
Dudağımın kenarındaki buruk gülümsemeyi kocaman bir kahkahaya çevirecek olan günler.
İçimi titreten, burnumun ucunu donduran, gözlerimin içi bile üşüyebiliyormuş şaka gibiyim dedirten kış.
Öyle karanlık ve öyle de sıcak. 
Beyazın ruhsuzluğunun her yanı kapladığı kış.
Rüzgarın uğultusunu kalın camların ardından dahi duyulabildiğimiz kış.
Bebek'te bu kuşlar suya daldıkça üşümüyorlar mı diye düşünüp kendime güldüğüm, her defasında o tuhaf tüy yapısını incelemek isterken kahvemi bitirdiğim kış.
Sonra koşarak sığınmak evime.
Koşarak ısınmak.
Isınmak işte. 
Ağlayacak bir şey yok bunda.
Kayahan işte.

30 Ekim 2014 Perşembe

Üşüdüm ama çok

Yazmak istediğim o kadar çok şey ve 2 dakika oturmaya bile kalmayan vaktim.
Son zamanlar.
Ama özledim!
Ve hayır americano değil bu aralar favorim pumpkin spice. 
Ah nedense bi de sıcak çikolata. 
Of sıcak çikolata. Bi sevip bi sevmiyorum. 
Uykum da var.
Ve çok bebek pembesi.
Sahlepli frosting. Neli olursa olsun ıyy frosting!
Bi de sushi sevmeye doğru yol alıyorum şu son zamanlar.
Sushi mi!? 
Yok artık.

19 Ekim 2014 Pazar

Hey kaptan

Değişen fikirlerim ve istemekten vazgeçtiğim onca şeyin arasında, hiç vazgeçemediğim tek bir şey var ki o da ülkemin tüm illerini teker teker gezmek isteyişim.
Hepsini, ayırtetmeksizin.. Böyle çok sıcaklarını, en soğuklarını, kupkuraklarını hepsini. Lezzetli lezzetsiz tüm yemeklerini deneyerek. Yokuşlu, yokuşsuz tüm yollarında yürüyerek. Tanıdık tanımadık tüm kapılarını çalarak. Kucağımda her zamanki gibi fotoğraf makinem; ki kendisi bi savaş muhabirininki kadar darbe almıştır ne yazık ki benim gibi umarsız bi ablası olduğu için. 
Ardından da yabancı ülkelere dair kimsenin gitmek istemediği, üstelik ne kadar çok gitmek istediğimi söylediğimde de kısa bi şaşkınlık yaşadıkları bir kaç bölgem var. 

İçimdeki yeni yerler keşfetmeye, yeni şeyler öğrenmeye ve yeni olan her şeyi deneyip illa kendi fikrime sahip olmaya dair bu hisle sonum ne olacak inanın ben de çok merak ediyorum. 
Ama elimde değil. 

Belki de şehirlerarası otobüs şoförü falan olmalıydım bu kafayla. Ardından da açık deniz kaptanı! Kocaman bi göbeğim olurdu belki ve dudağımın kenarına yapışmış bi gülümseme. Yanımda da bıdır bıdır hiç susmadan konuşmamı dinleyebilecek sabırlı bi muavin! Uzun süre, uzun süre boyunca konuşmazsam zehirlenirim çünkü. 

Hiç görmediğim tüm o şehirleri, o sıcakkanlı insanları, o yarım dolmuş bardaklı kasaba kahvelerini, içeriği aynı olsa da ismi dilden dile şehirden şehire değişmiş o yemekleri, o ilmekleri, örtüleri, tüm töreleri ve adetleri, yollarda okunan o koruyucu duaları, sonra haritaları o navigasyondaki kadının yorulmayan sesini, cama yapışan tüm o şeyleri..

Benim sevdiğim gibi sev, ben yanındaymışım gibi kucakla sevgili okur. Çünkü aslında şu anda orada olamasam da, olduğum ve olacak olduğum halimle tam da yanındayım senin. 

"Hayatımızın bir haritası varsa şayet, yollarda değil, yol ayrımlarında çizilmekte, iki şey arasında tercih yaptığımız o kısa, kısacık anlarda."
Elif Şafak

Cii

Güvendikleriniz yıkılabilir, yıkılsın.
O böyle değilmiş, olmasın,
Şurası yanlışmış, iyice bozulsun,
Öyle olmamış, dağılsın.

Dağılsın ya dağılsın, bırak.
Bir şey senin tutmayışınla dağılacaksa; özellikle! lütfen! nolur! dağılsın zaten.

Hayatımı uçma fiiline yakın hissedişim işte bu yüzden. Her şey bi uçsun, uçuşsun, öyle hissettin mi böyle düşündün mü'lerin etrafındayım. Sürekli bi özgür hissetme takıntısı falan. 

Çünkü canımıniçi,
Kendi ellerinle uçmasına izin verdiklerin, hayatından gittiklerin, uzağında beklediklerin dönüp yanına konuyorsa uzaktalarken bile seninleler zaten.
Ama yok eğer kaçıp kurtulmuş gibi en uzağa gitmenin peşine düşmüşlerse de; zaten yanındayken bile aslında yoklar.

İşte benim düşüncem, 
bakışım, 
gördüğüm.

İnsan


...

Neşeyle yaptıklarımdan geçtim
Kederle durulan yere geldim,
İnce uzun bir öfkenin sessiz ipiyle
Günün saf ışığının altına çömeldim.

...

Yenildim ben, unutuldum ve üzgün
değilim inan.
Büyüktü çünkü onların dünya arzusu
Benim otların sesiyle kaplı kalbimden
Söktüm atımı söğüdün gölgesinden
Şimdi yol benim yeniden.

...

Bir cümledir insan
arşla ferş arasında ve hep haklı
Vardım işte demek için
ömür denen cisimde saklı.

Birhan Keskin

16 Ekim 2014 Perşembe

Kırmızı biber

Nasıl özledim.
Herhangi bir şeyim orda kalmış gibi; tuhaf bi duyguyla Urfa'ya gitmek istiyorum. 
Gitmek ve en başından yeniden büyülenmek. 
Balık beslemek falan.

Nun

Dünyadaki tek zenginlik, kendi hiçliğini idrak etmektir.

Cemal Nur Sargut 
/Mesnevi derslerinden

14 Ekim 2014 Salı

Sil baştan

Bazen öyle bir an geliyor ki,
Şebnem Ferah'ın o 'Sil Baştan' şarkısını dışardaki bir sevgiliye değil de; kendisine, ama tam anlamıyla, tüm kalbiyle kendisine yazdığını anlıyorsunuz.
Benim favorim Kibariye oldu aslında Eylül başında bi jenerikte duyduğumdan beri. Başka bildiğim bir şarkısı düşününce bile aklıma gelmiyor ama bu şarkıyı çok içten söylemiş. Durun, hemen öyle küçümsemeyin, müziği öyle kutu kutu kalıplara sokmayın. Önce deneyin. Benim fikrimce. 

Bu şarkı insanın en çok şefkat göstermesi gereken biricik sevgilisinin aslında kendisi olduğunu hissettiriyor bana. 

Bu sevgilinin odası biraz dağılmış ama sanki yazarken..

Her şey dağıldığında, zihninize eğilip teker teker toplamak iyi gelecektir elbette. Döküntü ortada kalmamalı değil mi? Ama daha da önemlisi; o dağınık odada kendinizi bulabilmek bence. Bulmak ve kendi elinizden sıkıca tutmak. Oyuncak vitrinine bakan kızını bulan bir anne gibi içiniz ferahlıyor böyle olunca. Oh çok şükür buradaymış! 


Önce kendinizi sevin. Bencilce değil; saflıkla, taze bir anne sevgisiyle.
Gerçekten. Ben bu kelimeyi bir yemin sanırdım küçükken. Gerçekten.
Kendinize gülümseyin. 
Kendi kendinizin yanında olun. Çünkü siz orda olmadıkça kim gelirse gelsin bir yan hep eksik kalacaktır.

Biliyorum,
Öyle bir an geliyor ki iyi misin diyecekken silip atıyorsunuz, 
Bayram mı kutlasam yok kutlamıım hatta komple gideyim bu diyardan diyebiliyorsunuz birdenbire hiç hesapta yokken. 
Gideyim ve yoluma bakayım.
Çünkü işte hayatı sıfırlamak,
Sıfırlamak işte.

Altüst etmek! gerekirse.
Hayatın altının üstünden daha iyi olabileceği gerçeği. 
Şems falan..
Yüzyıllar öncesi falan.
Aydınlanmak falan. Işık!




"Bir noktadan sonra, geri dönüş yoktur ve bu noktaya da erişmek gerekir."
Kafka





Hüseyni

Hüseynî bir makam büyüyor içimde
hem çocuğum bu ayrılıkta ben hem anne
birini ötekine yitirdiğim ikiziyim kendimin
ve geçmiş serin bir ülkedir içimde.

Aktım eridiğim yerden ve zamandan
bilmiyorum nerde soğudum,
dondum nerde.

Birhan Keskin
-Kim Bağışlayacak Beni-

9 Ekim 2014 Perşembe

Su

"Bu yüzdendir gidişimi ve terk edişimi aşkı bilenler anlar. Çünkü yollarda onun aşkı var."

Gerçek aşk'a dair bu cümleler çok hoşuma gitti geçen gün; konuyla alakasıysa hem var hem de hiç yok.


Diyorlar ki söylenen ve söylenmemiş tüm sözcükler uzayda bir yerlerde uçuşur dururmuş. Düşününce kelimelerim neşeyle yüzüyor bi yerlerde diyorum ve seviniyorum buna. Zamandan ve mekandan bağımsızca, bana aitken bana bile ait değillermiş gibi. Gün gelip yıldızların oralardan buraya baktıklarında görüp görecekleri şeyse geçmiş olacak yalnızca.

Ve düşünüyorum da mutluluk ve mutlu anlara dair her şey bir yerlerde hala sürüyor bu yüzden. 




6 Ekim 2014 Pazartesi

Uçmak varken yürümek niye

"Bir zamanlar umutsuzca aydınlanmayı isteyen bir keşiş yaşardı. Ustasının yanına çıktı ve dedi. “Usta, aydınlanmak için ne yapmam gerekiyor? Her şeyi yapmaya razıyım!”
Usta, “Bu kolay! Yapman gereken tek şey vadiden aşağıya nehre gitmek. Nehir boyunca, binlerce taş olduğunu göreceksin. Onların hepsi de soğuk, biri hariç – taşlardan biri sıcak. Eğer bana sıcak taşı getirirsen, aydınlanacaksın,” dedi.

Keşiş çok zeki bir adamdı, aynı taşı iki kez seçmemek için, bir taşı eline alıp onu hissetmeye ve o soğuk olduğu takdirde, onu nehre atmaya karar verdi. Ve bunu uyguladı. Bir taş aldı, soğuk olduğunu hisseti ve nehre attı. Sonra bir diğer taşı eline aldı ve soğuk olduğunu hissetti, böylece onu da nehre attı. Bir kez daha, bir taş aldı, soğuk olduğunu hissetti ve nehre attı.

Keşiş, bunu gün boyunca her gün, otuz yol boyunca yaptı.
Bir gün bir taşı eline alana dek…
Onu hissetti…
Sıcaktı’
Ve sadece alışkanlıktan ötürü onu da nehre attı."

Isha

4 Ekim 2014 Cumartesi

Sadece Sen

Sadece sen filmini izledim geçen gün.
Gözleri görmeyen bir kızın hikayesi. Belçim Bilgin her zamanki gibi harika. Gerçi film yeni değil, izlemişsinizdir muhtemelen. 
Esas kızın gözleri kör ama esas oğlanın da kalbi. Zorlama dramatikleştirmeleri sevmem ama bu filmde öyle hissetmedim.

Tanışıyorlar, zaman geçiyor birbirlerine alışıyorlar. Kızın gözlerinin açılma ihtimali de var. Para gerek. Para için kirli yollara sapılması gerek falan. Biraz yeşilçam. Bu yüzden mi çok sevdim nedir.

Kız hayattaki her şeyden çok, görmeyi istiyor; birdenbire en yakın arkadaşı olan bu adamın yüzünü. 
Görebilmekten çok görmeyi istiyor yani. Her şeyi görebilmek değil, bir şeyi görmek yetecek. 
İnsan olmanın bu saf ve yalın halini aşkla karıştırıyorlar.

Neyse, zaten filmde işler karışık. İşler hiç kızın sandığı gibi değil. Başında da sonunda da.
Bilmiyor ki en çok istediği şey aslında onu asla istemediği bir noktaya götürecek.
En çok istediği şey olan Ali'nin yüzü, onu Ali'nin kendisinden bile koparıp alacak.
Görebilecek ama göremeyecek. Hatta üstüne üstlük artık duyamayacak da. 
Yani görecek, duyacak evet ama o'nun dışındaki her şeyi. 

Enteresan. Hayatta bazen çok istediğimiz şeylere geri dönüp bakınca; keşke o kadar istemeseymişim ve hiç olmasaymış diyebiliyoruz. 

Filmin adı bu yüzden sadece sen. Tam anlamıyla cuk oturmuş.
Sadece sen'i görmek isterken; sadece sen'i bir daha asla duyamayacakmışım bir de meğerse; diyor çünkü. 
Görmeseydim ama gitmeseydin. Bir minik kaplumbağa ve kocaman bir hiç.

Adam kızın yeni bir hayat kuracağından emin ve tam da o gün gitmek zorunda. Kız zorundalık falan bilmiyor, anlam veremiyor. İstenmediğine emin oluyor. 

Yeni hayatıyla başbaşa. Mutlu mutlu da yaşıyor.
Fakat işte şu en yakın arkadaş meselesi. Bu his. Belçim Bilgin bu yavan, bu tatsız, bu samansı mutluluğu çok iyi anlatmış bence. İstenilmedikten sonra ortada kalan o 'yine de' mutlu hayatı. 

Filmin sonu istediğim gibi bitmedi. 

Ama sanırım şu replik hep aklımda kalacak:
Bi yerde, 'soru sormadan ne yediğini görebiliyorum' diyor adam kıza. Kız yediklerini görmeyerek üzerine döktüğü için.
Kız da, 'saklayamıyorum bazı şeyleri' diyor, cevap olarak.


İşte şarkı, işte fragman:


3 Ekim 2014 Cuma

Nefs

Önce nefsimizi kesebilelim. Kurban etmenin gerçek manasını anlayarak; en sevdiğimizden vazgeçebiliyor muyuz? Küsmek, kendimizi kanıtlamak, hırsla her şeyi elde edebileceğimizi sanmak yerine başımıza gelen kötü şeyleri de sevip kabul ediyor muyuz; ona bakalım. Kurbanın etleri ve kanı değil, özündeki samimi teslimiyettir Allah'a ulaşan. 

İyi bayramlar dilerim.