31 Aralık 2013 Salı

Ta daa

İçimde nasıl bir fanatik varmış, kendini ortaya attı bu yıl. 
Fenerbahçe!! dedirtti böyle durmadan orda burda;)


Yüksek lisanstan sonunda mezun oldum ve inanın; ben de inanmıyorum. 50 kere vurgulayışım bundan yani.

Candy crush'ı bitirmek üzereyim. Bugünleri de gördük.
Okuduğum kitaplarda kendimi buldum. Okuduğum kitaplarda kendimi kaybettim. 

Kafam attığında değil; canım çektiğimde koptum gittim, uzadım, voltamı aldım.

Saçlarım hep dalgalı, tırnaklarım hep kısa, dudaklarım hep yenmiş, burnum hep kurt gibi, ayaklarım hiç ısınmamış, dilimde melodik kelimeler, kafamda deli sorular, sıkılıp yarım bıraktığım ve sonra tamamladığım arap baharım, altı çizili kitap cümleleri, fotoğrafı çekilen şiir dörtlükleri. Sonra instagram. Ah o instagram.. Karanlık tablolardan, karanlık fotoğraf sevgime geçişim. 

Hırs yapışlarım, boşverişlerim, olmazı oldurtuşlarım, olabilecekleri 'def'edişlerim.
Şu da bir gerçeğim oldu ki bıkmadan yoğurt yapıp durdum bu yıl. Takılıp on bin kere aynı şarkıyı üstüste dinledim. Itunes beni sevdi. Ve ben masvavi yok hayır sapsarı aslında biraz pembe. Ve ben aslında rengime karar veremedim bu yıl.  Kahverengi 2013'ü sevemedim diyorum ya.

Gıcık gibi alerji oldum. Ve aynı hızla söndü. 

Kahveler, çaylar, ısırıklar, dilimler, gördüklerim, görmek istemediklerim, görmemezlikten geldiklerim. 
Kör müyüm yahu? 

Hayatıma katılanlar, katılmak isteyenler, zorla çıkarttıklarım, hep varolanlar, birazdan çıkıp gidecek olanlar. Ve miniğim siyahım ponponum Kömbi'mle, hep birlikte biz buradaydık. 

Aşk burada, huzur burada, para burada, güven burada, barış burada, sağlık burada. Burası güzel. Kafalar rahat. İçimizde işte. İçerisi temiz.

Çünkü iyi niyet diye bir şey var arrrkadaş ve o her şeyi yeniyor işte, görmüyor musun?? :);)

Hadi bakalım. Çok seviyorum dedim ya sizi.
Mutlu yıllar. ❤️😘

30 Aralık 2013 Pazartesi

Oh be.

Ve sonra her sene olduğu gibi bu sene de bir şeyler yazmak istedim aslında.

İyi kötü güldüğüm ve somurttuğum günleri işte.

Ama birden sonra nedense farkettim ki;

Sadece bitsin artık şu saçma sapan 2013!! 

Demek geliyor içimden.

Kimseyi kandıramam. Bu sene yapışkan bir yüzeyde yürümek gibiydi sanki. Kocaman bir bal kavanozuna dönüşmedi mi sanki dünya. Bizlerse kanatsız arılar. Gezegen retroları, savaşlar şu bu.. Kahverengi bir yıl. Böyle soluk.

En iyisi gitsin. Bitsin. 

Benim güzel bebeğim 2014, sen hoşgeldin. ❤️❤️

Ellerimizle, fırçasız resim yapmak gibi. Yepyeni bir renge bulanacağız yeniden; sonunda.

Senin henüz şeffaf olan rengine.

Kocaman bir gülümseme olsun bu yıl. İçimizden taşsın.

Ve ben herkese aşk diliyorum; çok kırmızı bir aşk. Masmavi bir sağlık ve pespembe huzur. Bembeyaz güven. 

Liste uzuyor. :);)

Öptüm işte.


Bakalım

Bakalım geçtiğimiz yıllarda neler olmuş ve buraya yazılamamış:
Mesela 2011 biterken demişim ki:

2011'de en sık gittiğim yer her seneki gibi yine kafamın diki oldu. en çok direndiğim şeyse sabretmek. en mutlu olduğum anları özgürleştiğimde hissettim. ve bu yıl gerçekten önemli bir şey öğrendim. yüzümde bir tebessümle gökyüzüne bakarken leyleklere el salladım. telefon yine hiç elimden düşmedi. tüm yaz yine güneşten kaçtım ve o yine de beni yaktı. iyi dostlar biriktirdim.. ve gereksiz her şeyi yine çöpe attım. insanlara şans verdim. değiştim. kendimdeki değişimi izledim. cesaretimi ve karar verince yolumdan dönmediğimi gördüm. her şeyi iyi ki yapmışım dedim. keşkelerimi kocaman bir nefesle pembe bir balona üfleyip bulutlara bıraktım. kalem hep elimdeydi, yazılarım ve resimlerim için. ilk kez gördüğüm şehirlerden, her an görebildiğim insanlara hediyeler taşıdım. asla yapmam dediğim şeyleri yaptım ve asla olmaz dediklerim oldu. üşürken bir anda ısındım. doğum günümde, ne kadar çok sevildiğimi tekrar tekrar anladım. yılın 1 haftasını sesim tamamen kısık geçirdim. sessizlik benim gibi biri için kolay olmadı tabi. hayatıma minik bir bebek daha katıldı. köpeğimi gezdirmenin huzurunu çok şeyde bulamadım. ve en sonunda telefonumu kırmayı başardım. şaşırmayı hala seviyorum. hayatımı seviyorum. her şeyiyle, her kişisiyle. sabah 4'lerde telefonumun çalmasını, niş yollarında dedikodu yapmayı, tezi yazmadığım için hayıflanmayı, iyi niyeti, çözümler üretmeyi, konuşmaktan uyutmamayı, gülerken herkesin dönüp baktığı kahkahaları atmayı, sahilyolunda bitmek bilmeyen trafiği, kafam bozulunca çekip gitmeyi, sokak hayvanlarını, ağlayan bebekleri, tokuşan kadehlerin sesini, ponponlu çoraplarımı, samimi insanları, inatlaşmayı.. ve daha bir çok seyi çok seviyorum. biliyorum bütün bunlar gelecek sene de benimle. yeni eklenecek olanlarla birlikte 2012 bebek hoşgeldin!! :))

Ve sonra tabi peşinden 2012 de bitmiş. Durmamışım, yazmışım elbette:

Bu yil gercekten cok guldum, gozlerimden yas gelene kadar.. Yine son anda bi yerlere yetistim, tesaduflere inandim, dostlarimi cok sevdim, konserlerden hep yarisinda ciktim, kumsalda kumlara ufledim, pastalarimi en sevdiklerimle kestim, kusmeye dayanamadim bi sarki esliginde kosup sarilip optum, haziran aksamlarinda ihlamur kokularini icime cektim, ilk kar yagdiginda sevincten cocuklar gibi kahkaha attim, tarifi tutturana kadar ayni tatliyi 9 kere ustuste yaptim, mavi cerceveli bi gozlugun uguruna cok inandim, hic durmadan kahve ictim, saclarimi neredeyse hic toplamadim, tezim icin okumam gereken kitaplara soyle bi goz attim, bebeklerimin yanaklarini koparttim, tatlilarimi zorla tattirip gelecek cevaplari kocaman acilmis gozlerimle bekledim; sonra da zorla begendirdim onlari.. Sevilmek hep cok guzel, sevincten ziplamak daha da guzel. Bu yil ogrendigim en onemli sey: Hayatin hic ayni kalmadigi. Bugun boyleyse yarin cok baska olabilir-mis. Ve bu cogunlukla da cok mutlu edebilir-mis. Hepinizi cook seviyorum. Coook da mutlu yillar diliyorumm. Öp, öp, öpp:)

11 Aralık 2013 Çarşamba

Yara nerde kabuk orda.

Yarayı kaşıyıp kanatmak çok iyidir. 

Zira böylelikle içinde kalan son zehirde akıp gider.

Çatlayan kabuk, yaranın yerinde durduğuna işaret etse de iyileşmenin de habercisidir aynı zamanda.

Kaşıyın gitsin. Daha çabuk iyileşsin..

Küt diye

Çok seviyorum asla bırakamam, tutkunuyum, fanatiğiyim, müptelasıyım!! 

dediğiniz her ne varsa özellikle çıkarın ortaya ve bir bıçak varmış gibi elinizde; 

kesin sizle tam ortasından ikiye..

Çünkü herkes her 'şey'siz yapabilir.

Çünkü hiç bir 'şey' vazgeçilmez değildir. 

31 Ekim 2013 Perşembe

Piercing

Ben, açtım avucumu,

  dökülsün diye kumlar..

İzledim sakince,

  akıp gidişlerini..

3 Ekim 2013 Perşembe

Küçük sırrımız

Vişneye bayılırım da ben mesela vişne suyunu hiç sevmem. Bu da bizim küçük sırrımız olsun.

12 Eylül 2013 Perşembe

Olmayınca

İnsan sevemeyince sevemiyor ve zorla olmuyor.
Olmuyor.
Ve kendini kırsan da bir mermer gibi ortadan ikiye çat diye..
Yine olmuyor,
olmuyor.

4 Eylül 2013 Çarşamba

İkinci

Aynı şeyi iki kere yapamazsın.
Aynı neyi?
Aynı şeyi.
İki kere çatlatamazsın aynı yerinden bir vazoyu.
İki kere ölemezsin mesela. Ölür gibi de olamazsın.
Aynı şekilde yutamazsın bir de. Yani aynı sanabilirsin belki evet; ama aynısı olmaz işte.
Aynı yoldan geçemezsin bir daha. Geçtiğin yol o artık, geçip gitmiştin hatırlasana. 
Tekrar edemiyoruz gördüğün gibi işte. Tekrarı tekrarlamanın tekrarı olmuyor.
Laf salatası.

İki kere kıramazsın bir kalbi. Kırık bir şeyi kıramayacağın için.
Ölüyü yaksan da gömsen de bir.
Ortadan kalkan bir şeyi tekrar yok edemeyeceğin için.

Bıraktığın gibi durmuyor hiç bir şey bak. 
Tekrar, tekrar diye bir şey yok'a karışıyor. Kanıma karışıyor. Tekinsizliğe bulaşıyor ve ardından. Ardı yok.

Bir sonbahar sabahı boğazın gri bir yağla kaplanmış gibi görünen sularını izlerken kahve içesim geliyor. Kahve içesim gitmez ki benim zaten hiç. 
İçimi hüzün falan da kaplamıyor. Bir kahve altı üstü. Önemsiz.

Kurukafalı yüzüklere takığım bu ara. Tırnağımla dişerini tıklattığım kurukafalara. Dikkat ettim de hiçbirinin dişi benimki gibi yamuk değil. Bir intizam isteği, bir inci gibi diziliş.
Boşversenize.


31 Ağustos 2013 Cumartesi

Hadi git.

Ağustos gidiyor. Gitsin. Yaz bitiyor. Olsun. Ben bıraktıklarıyla ilgileniyorum ve onları çok sevdim.

Hatırladıkça gülümseyeceğim anılar biriktirdim. Sıkıldıklarımı toparlayıp attım. Kiril alfabesini okumayı öğrendim. Sevdim. Çok sevdim. Resimler çektim. Kavga bile ettim. Atar yaptım. Attım, tuttum. Dalgaların sesini dinledim uzun uzunn. Yıldızları izledim üşürken. Soğuk kumlarda yürüdüm. Sıcak kumlarda ayaklarımın fotoğraflarını çektim bol bol. 

İnstagrama küstüm, facebook ve twittera da hatta; sonra da öpüp barıştım. Havaya kalpler savurdum kırmızı ve pembe. Mavi balonları izledim uzaklaşırken. Havayı kokladım akşam üstleri; mis gibi yaz kokusunu çektim içime. Bebek'ten Beşiktaş'a uzanan yanık ıhlamur kokusunu es geçemedim.

Çarşaflara sarıldım soğuk soğuk ve ısındıkları an ittim hemen. Öğleden sonraları açık kalan pencereden içeri giren rüzgarın, perdeleri havalandırmasını izledim; elimdeki kitabı karnıma bırakarak. Aynanın karşısına geçip, yanık izlerim mi yara izlerim mi daha belirgin oldu diye incelemeler yaptım; güneşlenmelerimin ardından. 

Kızıl saçlarımın sararıp karamelleşmesine kıl oldum. Yine de yolda çevirip çok yakışıyor diyenlere sarılmak istedim. Hiç balık sevmesem de tutulan taze balıklardan yedim. Ece'nin Elif bebeğini kurtardım denizden. Tuz kokan omuzlarımı koklayarak uyudum. 

Sıcağa aldırmadan Moda'nın yokuşlarını tırmandım. Tezimi teslim ettim. O uçak düşmediği için şanslı olduğumu düşündüm. Hayaller kurdum. Büyüdüm. Hopladım zıpladım. Aşk'a inandım. Gülümsedim. Ağladım. Kahkahalar attım. Sabaha kadar güldüm. Ela'yla kumdan pastalar yaptım. Dilek fenerlerinin gidişini izledim. 

Doğum günü pastalarımda rengarenk mumları üfledim. Arkadaşlarımı daha çok önemsedim. Onlarsız bu hayatın tadının çıkmayacağına bir kez daha şahit oldum. Saflıklarıma inanamadım. İnandıklarıma inanamadıklarını gördüm. Böylesi yine de hoşuma gitti; güldüm. Candy crush'tan sıkıldım; yine de silip atmadım. 

Bıcı bıcı diye bi tatlı denedim; öldüm bittim taptım. Oje koleksiyonuma yenilerini ekledim. Ordan burdan yemek tarifleri buldum. Düdüklü tencere kullanmayı öğrendim. Yazdım. Çizmedim. Yazık ki pek fazla da pişiremedim. Blogumu ihmal ettim. Kazı çalışması olan yollarda yürürken içimden saydırdım. Paketlerce kahve içtim. Fincanlarca fal kapattım. 

Sahilde çalınan gitarlarla 17. yaşıma döndüm. Yürüdüm; dünyayı yürüdüm. Yeni insanlarla tanıştım. Sararan yapraklara gıcık oldum. Çiçek açan kaktüslerimi okşadım. Asla yapmam 'ama bak asla yani' dediğim bir şeyleri yaptım. Güvendim. Direndim. Yeni patenler aldım. Game Of Thrones'u bitirip Vikinglere başladım. 

İncir reçelinin tadına baktım. Fındık ezmesinde yüzdüm. Nutella kavanozuna sığındım. Sadece tanışıp geçtiğin  insanların bile unutmayınca unutmadığını farkettim, şaşırdım, mutlu oldum. Meryem Uzerli'yi bir kere daha çok sevdim. Şiirler okudum. Çiçeklere su verdim. Kırmızıyla pembe arasındaki bir ton olan o yapraklarından öptüm. 

Leyleklere el salladım. Şu son haftalarda bu 8. oldu galiba; tam sayamadım. İçimdeki huzuru bulaştırdım ona buna. Neşeyle doldum. Sinirlendiğimde içimdeki sinirli kızla kavga ettim deli gibi; yerden yere attık birbirimizi, yaraladık, kanattık ve sonra sarılıp barıştık. Şirinlikleri kurukafalara değiştim; bu gerçekliğe hayran kaldım; kendime orada bir yer buldum ve sonbaharı beklemeye başladım. 

Benim kızlara soracak olursanız en güzel maceralar sonbaharda yaşanıyormuş. Görücez bakalım; ya da göreceğiz mi olmalıydı!? Görcez olmadığı bir kesin de. ;);)

Herneyse.
Sizi seviyorum. 

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Öpmek

Öleceğimiz güne kadar başımıza ne gelirse gelsin yanımızdan ayrılmayacak insanlarla olalım.
Ruhundan öperim mesela, ruhumu öpersin..
Kaşını gözünü malını mülkünü sazını sözünü geçerim de ruhundan öperim işte tam da bu yüzden.
Hayat geçicilikler üzerine kurulur ama kalıcıdır.
Çok severim aslında gitmeyi de; gitmem kalırım işte bu yüzden.
Her şeyden sıkılırım da güvende kalırım gitmem.

Sev, çok sev

Kimsenin eli ayağı gibi sanki organik bir parçası gibi olmak isteyemedim bugüne kadar. İnsanlar bensiz olamaz olamasınlar istiyorum. Bu tür bir bağımlılık hali beni ürkütüyor nedense. Hem de bensiz olamasınlar istiyorum. Öyle tutuklu gibi bir bağlımlılıkla değil de uçabilecekleri sade sakin bir bağlılıkla.

Bağımsız bir bağlılıktan bahsediyorum; ipeksi kanatları var onun.

Bazı zamanlarda gidebildiğimi görmek, kendimi güvende hissettiriyor nedensizce. 

En iyi olduğum en sevdiğim en çok başardığım anlarda hep, bırakabildiğimi görmeliydim. Gördüm de. Yarıda kalsın diye değil, bıkıp usandığımdan da değil.. Sadece görebilmek için kendimi. Cesaretimi mi deniyorum? 

Bağımsızlık bir deli tuhaf his işte. Bağımsızlığa bağımlılık gibi işte. Bağımlılık kelimesini bile sevmemek gibi işte.. Bağımlılık, ba-ğım-lı-lık. Tam dört hece. Bağım bağım bağımlı olmak.

Olmasak?

Oysa bağlılık öyle değil ki? Değil. Kesinlikle değil hem de.

Orada biri var mı? Sesimi duyan var mı? Yok mu?
Kimsenin hayat demirbaşı olmak istemezken kimseyle bir bütün olmak istemezken ve kimseyi yormak istemezken söylemek istediğim tek bir şey var: Yapışma ama yanımda kal. Yanımda kal ama yapışma yalvarırım. Derilerimden yüzülmek ihtiyacını hissettirme. Ama öyle uzağımda da kalma mutfakta unutulan çay gibi.. Çok sev işte. Severken öp, öperken ısır. Ama kusma işte.

Herkes kalır. Herkes gider. 

Bu gidişlerde ve üzüldüğüm her ne varsa.. Benim acıyla başetme yöntemim yok saymaktan geçiyor. Kendini yok saydırmak zorunda bırakma.
Çünkü çok kızdıysam, hele ki kırıldıysam aylarca kopup yokoluyorum o kişinin/kişilerin hayatından.. Ya da tamamen çıkıyorum oyundan. Game over diye bir yazı çıkıyor. 

Sanki o anı dondurmazsam her şey yanacak. Yanıp külünden bile eser kalmayacak.

Biliyorum bu huyum karşımdakileri zorluyor; hatta zaman zaman küstürüyor. Ama küssünler ki.. 

Buna alışamasalar da, alanımı açsalar da, kendimle başbaşa kalmama izin verseler de, gittiğimde seslerini dahi duymak istemediğimi bilip üzülseler de, fikirlerimin sabahtan öğlene bin kere değişeceğini bilseler de, beni ben yapana saygı duyup susuyorlar. Ne yapalım ben böyleyim işte.

Ve bu aslında hep "çok sevdiğimden". Yani Sıla'nın şu meşhur şarkısının tam aksine zor sevdiğimden değil; çok sevdiğimden; böyleyim. 


13 Ağustos 2013 Salı

Soğumuş

Gerek var mıydı bu kadar kırgınlığa? Yolun başında çekip gitmiştim oysa. Ve sonra çıkmış yoldan bir şekilde devam ettim yolu takibe.

Ah her seferinde diyorum ki kızım yürü şu kafanın dikine. Tek bir kişiye dahi sorma nedir nedendir nasıl olur diye. Ama yine yaptım. Yaptım ve aynı sonuca vardım. En doğrusu kendi bildiğinmiş dedim. 

Sonra canım uzakları çekti. Çektim gittim. Yorulduğumdan değil. Yorduğumdan kendimi. 

Kış gelsin. Şöyle kavurucu buz essin. Kırsın burnumuzu. Ve daha da dondurucu bir günde Bebek'e yürüyelim. Hohladıkça ağzımızdan dumanlar çıksın. Soğuktan ve ellerimizin donmasından başka bir şey düşünemeyelim. Belki bir yere atıp kendimizi birer bardak kahve isteyelim. 

Masal dondurucu masmavi buz bir yerde sona erecek. 08.2013

31 Temmuz 2013 Çarşamba

Heves

Temmuzdan öğrendiğim: 

Heves, alınınca bitermiş.

Heves, kaçınca gelmezmiş.

Ve heves, kırılınca küsermiş.



18 Temmuz 2013 Perşembe

O meyveler, bu meyveler.

Akışına bıraktım, gidiyorum.

Temmuz. Tüm sene gelsin diye dört gözle, telaşlanarak beklediğim.. Şimdi geçip giderken sanki beni de götürüyor.. Yerime bir başkasını bırakarak.. 

Yenilenmek iyidir. Arınmak gibi, ferahlamak gibi. 

Derince bir nefesi tüm ciğerlerinizle kucaklamak gibi..

Fokur fokur köpürterek reçel kaynatmak gibi.. 

O meyveler artık o meyveler değil; artık daha bile lezzetli belki ama işte o meyvelerin tadında değil.

Temmuz güzel temmuz, turuncu temmuz.. 

13 Temmuz 2013 Cumartesi

İyi ki doğdum ;);)

Dünyanın en şekerli dostlarına ben sahibim ve inanın yerimde olup bu duyguyu yaşamanızı isterdim :):) 

İyi ki doğdum, iyi ki böyle güzel insanlarla dolu bir dünyam var. :):)



10 Temmuz 2013 Çarşamba

Bazı bazı

Bazı şeylerin gerçek sevgiyle çok ilgisi var ve gerçek sevginin bazı şeylerle hiç ilgisi yok.

9 Temmuz 2013 Salı

Bir gün bir viraj

Değişime olan inancım ve dönüşüme duyduğum hayranlık kendimde en sevdiğim yönlerden. Çünkü insan değiştikçe, derilerinden sıyrıldıkça ne başka biri oluyor ne de aynı kalıyor.. Bu aynı kalmamayı getirdiği gibi eskiyi de komple ortadan kaldırmamış oluyor. Yani o yoldan geçtim kabul; ama şimdi buradayım demek gibi. 

İşte ben yine bu aralar kendimdeki değişimi izliyorum. Yavaş yavaş kana karışan zehirli bir meyve gibi. Değişimi bilen, tanıyan; buna tüm kalbiyle inanan, değişimden korkmayan beni bile şaşırtan değişimi. Sanki her şey altüst oldu; her şeyi en baştan tanıyan minik bir çocuk gibi yeniden öğreniyorum. 

Bu her zaman iyi mi? Yoksa bazen gereksiz mi? Yorucu mu? Anlamsız mı? 

İnsan bazen neyi niçin yaptığını kendi de anlayamıyor. Akışına bırakmak isterken akışta çırpındığını hissediyor. Galiba böyle zamanlarda kendinde bir kıyı bulup oraya gizlenmek en iyisi. Hiç bir şey yokmuşçasına akıp gitmeyi izlemek. 

Bazen bazı şeylerin sonunu bilirsiniz ya hani ve yine de gözünüzle görmek istersiniz; çünkü bilmek yetmez gözlerin şahitliği gereklidir. 

İşte bu durumlarda ben hep yanılıyorum. 

Rüzgar

Rüzgar.

Bana esmeyi anlat. Bana sevmeyi anlat.
Esip geçmeyi anlat rüzgar.

Belki de asla asla demeseydik

Bazen hayatınızın hatasını gönüllü olarak, bile isteye yaparsınız. 

Ve karşıya bir kez geçtiğinizde artık geri dönüşü de yoktur. 

Hatanızı seversiniz.

Hatanızı sevmeyi seversiniz.

Minik bir çocuk gibi.

Minik bir çocuğun dişini çürüten şekerlemeyi sevmesi gibi.

İyi ki yapmışım diyemeseniz de keşke yapmasaydım da diyemezsiniz. 

Riski almışsınızdır bir kere ve fakat hayat restinizi görmüştür.

Bugün hava rüzgarlı. 




Kesik

Damlalardan biri
düştüğü yeri
deldi geçti.


Dürri Baba olan bitenin farkında görünmüyordu.
Ağladığını bilmeden ağlıyor olabilir miydi?

Pinhan

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Nil demiş ki:

'Dünyanın en güzel, en rüzgarlı, en kanatlı, en asil duygusu özgürlük. Ve özgürlük, sınırların yokluğu değil elbet. Sınırlar içinde kendinin sonuna kadar gidebilmek..'

30 Haziran 2013 Pazar

Tokuşturalım mı?

Yazı sevmek için çok nedenim var..
Ama galiba ilk sırayı buzlu bardaklar alıyor.. 

28 Haziran 2013 Cuma

25 Haziran 2013 Salı

Bitti.

Tüm sene uğraştığım bir şeyin bugün son günündeyim. Son demek de yersiz aslında biliyorum, geri gelecek önüme, daha düzelecek yerleri var bitmemiş henüz denecek. Ama yine de bugün son günü işte.
Bu tezi yazarken ne çok şey değişti hayatımda. Her şeyden önce tezin kendisi bin kere değişti. İsmi değişti, cismi değişti, içerik değişti, düzeni değişti, tümüyle elbette ben de değiştim.
Her şeyden önce kararsız kalmaya karar verişimden vazgeçtim. Bitirmemeye olan ısrarımdan vazgeçtim. Bir de şu konu olabilirmiş aslında iştahımdan vazgeçtim..
Onların yerine, vedalaşmayı seçtim. Yenisi başlayabilir ama bu bitsin artık dedim. Ne tez hocamı ne de beklentiye kapılan diğer insanları bekletmemeyi seçtim. Yoluma yürümeyi seçtim.

Hayatımda ne zaman kendime dönüp, yoluma yürümeye karar verdiysem; hep en huzurlu günlerimi yaşamışımdır.
Çevremdekiler bana dik kafalı dese de yaktığım gemilerle hep mutlu oldum. Bilirsiniz bu gibi durumlarda insanlar hep verdiğiniz kararın yanlış olduğu doğrultusunda sizi ikna etmeye ve aslında belki de bilinçsizce mutsuz etmeye çalışırlar.

Mutsuz olmayın. Kararlarınız yanlış dahi olsa size ait. Ve sırf size ait oldukları için bile sevilmeyi hak ediyorlar.
Bugün, bugün gerçekten de geri kalan hayatınızın ilk günü.
Bugün kendiniz için bir şey yapın. Yolunuzdan dönün, kendinize olan inadınızı kırın, keskin bir viraj alın mesela.
Bugün farkedin ki hayatın kırılmalarına izin vermezseniz kaskatı olup kalıyorsunuz.
En sevdiklerinizden kopabilmek bazen gerçekten iyidir. En sevdiğiniz giysiniz, tokanız, arkadaşınız, belki saçlarınız..
Bırakın, bırakın ki kendinize yer açılsın. Bırakın hayatın yeni getirilerine yer açılsın. Bırakın hayat istediği gibi bükülsün, aksın..

Ben bıraktım. Belki doktora için, belki sırf bana ait olan zamanı doldu diye, belki de sadece öyle olması gerektiği için kim bilir..
Bitti.

Bu his

Özgürlüğe inanıyor musunuz?
Ben inanıyorum.
Öyle ki dostluğun da, aşkın da özgürlükten beslendiğini hissediyorum.

23 Haziran 2013 Pazar

Bakmak

Israrla bir daha yapmıcam dediğim ve yine de ısrarla yaptığım şeyler var. Böyle yaparken kalbim sıkışıyor; yapmasam içim rahat. Ama bi an geliyor yapmazsam kalbim sıkışıyor; yaparken içim rahat. Böyle işte.
Tuhaf.
Takıntılı.
Keyifli.


20 Haziran 2013 Perşembe

Zaaf

İnsan bazen tüm hayatı boyunca asla yapmayacağını sandığı şeyleri bir anda yapmış olarak buluyor kendini. İnatları yıkılmış, kaleleri geçilmiş ve denizin ortasına kadar soluksuz yüzmüş gibi..

Kendinizin dışında bir başkası gibi.

Konuşmalar sizin değil, gördükleriniz sizin değil, gösterdikleriniz sizin değil, sorduklarınız sizin değil, cevaplar sizin değil, elleriniz üşümüş hem de yazın en sıcak gününde..

Bir bakıyorsunuz ki artık karşıya geçmişsiniz, bir bakıyorsunuz ki kara artık çok uzakta, bir bakıyorsunuz ki elinizdeki tüm dikişler sökülmüş..

O andan itibaren tekerrürler faslına geçiş ya da belki de bununla son.

Sonra radyoda bir şarkı çalıyor.. Sevmeseniz de  yine de durup dinliyorsunuz. Sonra paylaşıyorsunuz. Bitiyor.

18 Haziran 2013 Salı

Pembe balonun hikayesi

Şu uçan balona bakın, pembe olan, işte ordaki. 
Benimdi ve çok şekerdi.. 
Ama gitsin istedim. 
Uçsun bulutlarla özgürce. 
Hem pembe bir balon daha ne isterki?? 

8 Haziran 2013 Cumartesi

Kalbini dinle. Bak nasıl atıyor.

Hayatım boyunca en sık duyduğum 2 cümle: "Merve, bu dikkafalılığın sonu nereye varacak?" "Merve, neden hep burnunun dikine gidiyorsun?" 

Neden Merve neden?? Merve'de bilmiyor. Ne yapalım bu kız da böyleymiş işte. İlla kendi yaşayıp görecekmiş. İlla kendinin başına gelecekmiş. İstemediği bir şeyi yapmayacakmış. İstediği bir şeyden sıkılırsa sürdüremeyecekmiş. Rol yapamazmış. Sahte sahte gülümseyemezmiş. Neyse oymuş. Bu böyle.

Hep dinliyorum, sadece onu, içimdekini. 
Belki yanlış belki doğru yoldayım, ama kendi yolumdayım.

4 Haziran 2013 Salı

5 dakika

Bir 5 dakika var.
Hayat gündeminizi bir anda değiştirebilen. Öyle bir 5 dakika ki; bir adım atıp karşıya geçtiğinde bir daha hiç eskisi gibi olmayan. Sizi değiştiren.  Bütünü değiştiren. Parçayı değiştiren. Dengenizi bozan ya da belki de dengenize oturtan. Ama işte aynı bırakmayan. 
Sıradan bir soruya verilemeyen sıradan bir cevap gibi. Zor bir sorunun yarattığı zihin bulanıklığı gibi. Basit bir cevabın sizde uyandırdığı etki gibi.
5 dakikanın öncesi ve sonrası. 

26 Mayıs 2013 Pazar

Sıcak

"Özlem duygusu bende giderek ölüyor. Ancak çok sık gördüğümü ya da ölenleri özlüyorum." Tezer Özlü 

Işıl ışıl bir bahar sabahı, kuşlar ötüyor, hava ılık ve toprak sıcak. Bazı şeyleri boşvermek için çok nedenimiz var. :) 

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Mayıs

Sokağımızda uçuşan akordeon melodileri var. Havaya yayılıyor böyle ıhlamur kokuları gibi. Baharı sadece bunun için bile sevebilir insan. Rüzgar, ılık ve şekerli esiyor. Çünkü mayıs kırmızı bir ay. Gökyüzü inatçı bir mavi; böyle keskin. Ve bulutları beyaz; ne süt gibi ne de köpük. Mayısın bulutları sadece kendi renginde. 
İşte böyle anlarda tüm gücümle kucaklamak istiyorum havayı. Elimle tutup dokunabilmek. 
Mutluluk, birden bebek ellerine dönüşüyor; hani dayanamayıp avuçlarından öpersiniz ya.. 

25 Nisan 2013 Perşembe

Tatlı Nisan

Her gün sahilde yürüyüş yapıyorum ve yürürken mutlaka kumsalda oynayan çocuklar oluyor böyle neşeyle koşturan, sonra birden aniden durup gözünüzün enn içine bakıp gülümseyen, ben işte tam da o anlarda dünyanın gerçekten yaşanılacak mükemmel bir yer olduğuna inanıyorum. Böyle temiz ve masum bir yer olduğuna.. 💕 ve yine 'Böyle anlarda tüm insanlarla ilgili sımsıcak fikirlere kapılıyorum.' 👼👼 :):)

13 Mart 2013 Çarşamba

Çok bilen mi? Hiç susmayan mı?

Bir tanıdığım var; her şeyin en iyisini sadece kendisi biliyor. Yok aslında öyle sanıyor. İşin ilginci öğrenim hayatının Google'dan ibaret olması. Kendisi üzülmesin diye çoğu zaman "-mış gibi" yapıyorum ama anladım ki bu hal böyle devam ettikçe; o da kendisini gerçekten "-mış" zannediyor. Bu aslında öyle okumak okumamak meselesi falan da değil; düpedüz karakter meselesi. Zira doktora derecesini bitirmiş olsaydı da zihniyeti değişmezdi. Fuzuli'nin sözünü bilirsiniz: "Mey biter saki kalır. Her renk solar haki kalır. İlim insanın cehlini alsa da hamurunda varsa eşeklik baki kalır."

Bu arada gerçekten eşekleri severim. İnsan olmaya çalışmayanlarını. Ve tabi insanları da severim. Eşek olmaya çalışmayanlarını.

Böyle lafla sözle gönderme yapılır da Rumi'den dem vurmamak olur mu? Olmaz tabi.

Buyrun o halde:
Bir gün hocaya sorarlar: "Onca okur, onca yazarsın ya neyi bilirsin?" Meşhur cevap şöyledir: "Haddimi bilirim."

Haddini bil(e)meyenler için MFÖ'den dinliyoruz: Peki, peki anladık!! Dansını da yapıyorum söylerken, böyle elimi, kolumu, kafamı sallaya sallaya :))
http://www.youtube.com/watch?v=TR9oeszwibg

Bu kadar laf söz yeter. Sanıyorum.

24 Şubat 2013 Pazar

My blueberry nights

Dear Jeremy
i thought about what arnie said about the sobriety chips... how to focus your attention on something else in order to cure your addiction. if i was an addict, i'd choose blueberry pie as my sobriety chip.

17 Ocak 2013 Perşembe

Kol saatleri ve rengarenk kravatlar

Kitaplarını okurken henüz yanında staj yapma fırsatı bulacağımdan habersizdim. Bir yerde yakalasam da imzalatsam diye düşünürdüm. Sonra gün geldi Kanal D Haber Merkezi'yle yolum kesişti ama bu seferde ben götürüp imzalatamadım sana o kitapları.
Haberi sunar ve haber merkezine gelir gelmez kravatını çıkarıp masaya atardın. Haber tartışırken son derece ciddi, diğer anlardaysa son derece babacan ve güleryüzlüydün. Ölüm hep soğuk. Mehmet Ali Birand huzurla uyu.

16 Ocak 2013 Çarşamba

Kağıt, poster, kurdele ve yırtıklar üzerine

Ressam olmaya en hevesli olduğum, hatta bu konuda en kararlı oldugum günlerimdeydim. Sana sorduğumda bana "bunun okulunu okuma" demiştin. Şaşırmıştım. "Ressam olmak; içinden yükselmeli. Çiz, boya, üret, yarat ama illa okula gitmek istiyorsan; gidip moda oku. Hatta bununla da kalma, Milano'ya git. Kalbinde ol. Modanin kalbini dinle" derken de kacaman açılmış gözlerime gülümsemiştin.
Bense dediklerini yapmadim. Hatta neredeyse artık çizim dahi yapmaz oldum. Sözcükleri sıralamayı sevdiğim gibi şekilleri yerleştiremedim hayatıma. Sabredemedim..
Ve ressam olmak, ciddiyeti de içinde taşıyan sabır dolu bir yolda duruyor hala.
Henüz tuvale sürülmemiş boyaların kokusu gibi, içime dolan çocuksulukla hatırlayacağım seni. En sevdiğim ressam; Burhan Doğançay.

15 Ocak 2013 Salı

Bahar'ın Dolarları

Bugün Kare Sanat Galerisi'nde çok şekerli kuzenim Bahar Oskay'ın sergisindeydim. Tabloların bebekliklerini yani aşama aşama yapılışlarını bildiğim sergilerde gezerken; gözlerimde eğlenceli pırıltılar hissediyorum.
Paraya bambaşka bir gözle ve çok farklı bir açıdan bakmanızı sağlayacağını düşündüğüm "Para Sanattır, Sanat Paradır" sergisi 15 Şubat'a kadar sürecek. Gezmenizi tavsiye ederim.




Bugün Pazar

Bugün Pazar

Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım.

Nazım Hikmet iyi ki doğmuş.

14 Ocak 2013 Pazartesi

fix. you.

yıllar önce bir ocak sabahının çok erken saatinde, dünya birdenbire bir elma gibi ortadan ikiye bölünmüşken; biz cemil topuzlu caddesinden kozyatağı acıbadem'e gidiyorduk. bu yüzden karanlıkta uyanmayı hiç sevmem. ameliyat kelimesini de. sabahın köründe çalan alarmları da.

orada bir yerlerde hep bu şarkı çalıyor:  http://www.youtube.com/watch?v=fJp8Mg9rjq0&sns=tw

babamı seviyorum.