28 Kasım 2015 Cumartesi

Kasım

Kafam öyle dolu ki. Bin ayrı şeye bin ayrı şekilde ve bin saat süren trafiğin içinde kala kala hiç bir şeye tam yetişemiyorum sanki. 
Kasım'ın ne ara geldiğini bile farkedemedim bu sene. 
Kasım'da en sevdiğim aşuremi bile pişiremedim.
Bal kabağı çorbasını yapmayı da öğrenemedim yine bu kasım'da.
Üstelik geçen sene söz vermiştim kendime. 
Ama işte her kasım bir olmuyor. Ve gelecek sene kim bilir nerelerde olacağım, hangi yeni mutfağımda?
Uf kasım. 
Tarçınlı kurabiyeler, ekmekler, turtalar, şunlar bunlar işte.
Yemek yapmayı dahası yemek yazmayı çok özledim.


Bir anda çizgi filmlerdeki gibi göz açıp kapayıncaya dek geçen bir sürede, her şey baş aşağı olsa ve birden mekan değişse.
Nasıl olurdu hiç düşündünüz mü?

Ben hep düşünüyorum bu aralar.
Düşünüyorum ve oluruna inanmaya başladım hatta.

Gidiyor musun sevgili kasım?
Güle güle.


15 Kasım 2015 Pazar

Eşya

Bir dünya eşyamı özgür bıraktım bugün.
Yararlı yararsız demeden, giyer miyim bir daha kullanır mıyım demeden.


Şu günlerde kaça ayrıldığımı ben de kendime soruyorum. Dört mü?
Biliyor musunuz insan her yerde ve her şekilde yaşayabiliyor. Yaşayabiliyormuş. Yaşayabilmeli de.
Sadece eline aldığın bir çantayla yerleşik düzendeymiş gibi.

Dünyada olduğunu.. Dünyadan geçtiğini.. Mülkün sahibi olmadığını..
Hatırlayarak, hissederek, içselleştirerek..


Ben de tıpkı göçen bir kuş gibi bir kaç yere bölünen eşyalarımla yaşamaya alıştım galiba..
Bugüne kadar okul için dahi gidip başka bir şehirde yaşayamam diyen ben,
Bugün artık dünyanın öbür ucunda bile yaşarmışım, yaşayabilirmişim gördüm.
Çok yumuşak bir hamurmuşum gibi yoğruldum.
İçimde mayhoş bir sevinç..

Ne kadar çok, ne kadar gereksiz şeye sahipmişim. Onlarsız da nasıl yaşıyormuşum..

O olacak, bu durmalı, şu ondan hatıra.
Olmayacak, durmasın ve hatıralar zihnimizde.

Gittiği her yere kök salabilen, iklimi sevgiyle kabul eden,
Bir avuç toprak ve bir bardak suyla yetinebilen pek mutlu bir çiçekmişim aslında ben.
Onca eşyamı daha çok sevecek kişilere verince daha bir anladım bunu.
Kurtuldum demeyelim de hafifledim tam olarak.

Yıllar öncesinde sırtında bir çantayla şehir şehir gezmenin peşindeki bir kız..


 'Sırtımda eski bir çanta, elde bavul, kaplumbağa misali; zihnimde gitmek, yollarda olmak hayali. Bir arayış ki kendim de bilmiyorum neden ya da neyi.'
Elif Şafak



14 Kasım 2015 Cumartesi

Çocuk

http://youtu.be/iO7ySn-Swwc

Bugün önemli bir şey öğrendim sevgili okur.
Eğer bir çocuğun söylediklerini dikkate almıyorsan; o çocuk zamanla kendini ifade etmemeyi seçiyormuş. Ve bu seçim ne yazık ki tüm hayatına yansıyormuş. 
Tahminimce bu durum o çocuk kalp için korunmasız hissetmeye yol açıyordur. Korunmasızım çünkü anneme ya da babama ne dersem diyim beni duymayacak, anlamayacak ve derdimi anlamazsa beni koruyamayacak gibi.. 
E onlar beni korumazlarsa beni kim koruyacak? Ben kendimi korumayı nasıl öğreneceğim? Gibi..

Bazen karşımıza çıkan insanları ilk kelimeden yanlış yazıldığı için kopartıp attığımız defter kağıtları gibi, bir anda buruşturuyoruz önyargımızla ve gözümüzün göremeyeceği uzak bir yere fırlatıyoruz.
Ne oldu da öyle bir tepki verdi bana, başından ne geçti ki böyle bir kişi oldu, derdini kime, kimlere anlatamadıki acaba!? Diye sormuyoruz.

Çünkü yargılamak çok kolay sevgili okur. Yargılarken oh ben neyseki öyle değilim diye içten içe bir kibre kapılıp, mutlu hissetmek daha da kolay.

 Ama işte bazen o buz dağının görünmeyen yüzünü görsek dünya belki daha başka bir yer olurdu diye düşünüyorum ben.

Dinlesek o çocuğu, acısına ortak olsak; olmak istesek.. 
Artık duysak, bari artık duysak, zaman geçti demesek..

Ama görüyorum ki bu tür durumlarda karakter hep bayatlamış bir ekmek kadar sert. Müdahale etmeye çalıştıkça ufalanıyor belki ama asla yumuşamıyor. Çocukken ne tepki verildiyse büyüyene de aynı tepki veriliyor aile tarafında; çocuk ise çocukluğunda ne tepki aldıysa büyüdüğünde de herkesten o tepkiyi alacağını sanıyor.

Söyle diyorum, anlattırıyorum, 'söyledim işte bak ne değişti yine bildiklerini okudular oluyor cevap. En iyisi susmak, hiç söylememek, kendi acımı kendime hatırlatmamak istiyorum' oluyor.
Sanki bir cam bardak hiç durmadan kırılıyormuş da içimde bir yerlere batıyormuş sürekli gibi hissediyorum, 
duyarken bu sözleri..


Ah çocuk, keşke hayata olan güveninin üzerine, kopkoyu bir balçık gibi dökülen o kara günü çıkartabilseydim anılarından.
Keşke özel bir çocuk olduğunu bilerek her günümü sana verseydim, okulda neler yaptığını dinleseydim akşamları evde..
Boncuk gözlerine korkudan önce tüm kalbimle gülümsemeyi bırakabilseydim,
Hayata karşı bu tedirginliğini bir hırka gibi söküp alabilseydim üzerinden,
Ve keşke annen olabilseydim gerçekten, keşke seni koruyabilseydim..

Ah çocuk.. 

6 Kasım 2015 Cuma

Omuz


Anlatamadıklarımı anlamanı öyle çok isterdim ki sevgili okur,
Ben anlatmadıkça, senin anlıyorum diyen gözlerle bakmanı..
Yazamadıkça daha net okumanı isterdim.
Okuyabilmeni.

Sonra hiç bilmediğim bir yerlerde hiç bilmediğim bir yoldan geçmeyi..
Ki havası zaman zaman çok sıcak olsa da çoğunlukla buz gibiymiş mesela oranın..
Evler çok katsız ve insanları hep güleryüzlüymüş mesela..
Ama belki çocuklar çok esmer ve belki de içleri hep bir hüzün kaplıymış..
Niye böyleymiş bilmiyorum ben, keşke olmasaymış böyle, keşke her gördüğümde içimde koşup sarılıp göğsüme basma isteği duymasaymışım.. 
Ama öyleymiş, 
Ve öyleymiş işte..


Sanki yol boyunca ağaçlar varmış da bu ağaçların irice bir avuç gibi açılan turuncu yeşil yaprakları, sahipsiz kumsallardan toplanmış kumlar gibi dökülüyormuş biz yürürken..
Senin dikkatin dağılıyormuş böyle olunca..

Yerlere dökülüp uçuşanları izlerken, çatırt diye en kuru olanına bastım, bak!

Böyle basınca acaba bir böceğin yuvası var mıydı ve ben onu bozdum mu acaba diye düşündüğümü,
İçimin üzgünlüğünün gözlerime yansıyıp yansımadığını merak ettiğimi,
Bu solan mevsimin her an yeni açmış çiçek tarlasına dönüşebileceğine nasıl da kalpten inandığımı

Ve tüm bunlar olurken aklımdaki kötü düşüncelerin bir bir uçup gittiğini,
Bilmeni çok isterdim.

Tüm bu masalları senin için kendime yazdığımı,
ve insanın kelimelerle seyahat edebildiğini tam da o yaşlarda öğrendiğimi,
ve taa o günlerden bugünlere, bu seyahatlerimde aslında seni de hep yanımda taşıdığımı bugün artık yeni farkettiğimi..

Bilmeni çok isterdim.

Yaptım

Kendine yardım etmek istemeyen kişilere yardım etmeye çalışmayı bıraktım artık 

4 Kasım 2015 Çarşamba

İşte

Sonra hiç bilmediğim bir yerlerde hiç bilmediğim bir yoldan geçmeyi..
Sanki yol boyunca ağaçlar varmış da bu ağaçların bir avuç gibi açılan yaprakları dökülüyormuş biz yürürken..

Yerlere dökülüp uçuşanları izlerken, çatırt diye en kuru olanına bastım, bak!

Böyle basınca acaba bir böceğin yuvası var mıydı ve ben onu bozdum mu acaba diye düşündüğümü,
İçimin üzgünlüğünün gözlerime yansıyıp yansımadığını merak ettiğimi,
Bu solan mevsimin her an yeni açmış çiçek tarlasına dönüşebileceğine nasıl da kalpten inandığımı

Ve tüm bunlar olurken aklımdaki kötü düşüncelerin bir bir uçup gittiğini,
Bilmeni çok isterdim.

Tüm bu masalları senin için kendime yazdığımı,
ve insanın kelimelerle seyahat edebildiğini tam da 4 yaşımda öğrendiğimi,
Ve taa o günlerden bu seyahatlerimde seni de hep yanımda taşıdığımı bugün artık yeni farkettiğimi de öyle..

2 Kasım 2015 Pazartesi

Ilık süt masalı

http://youtu.be/sQ72BgWnAYk

Tekrar yazabildiğime göre hele evden bahsedebildiğime göre içimde iyileşen bir yerler var demek ki artık bu konuda diye düşünmeye başladım bugün..

Yine de hala çok özlüyorum. Özellikle odamı..

Sanki koşup gitsem orada bulacakmışım da kokusunu yine içime çekebilecekmişim gibi..

İnsan böyle zamanlarda çok uzaklarda yaşayan akrabaları olsun istiyormuş biliyor musun sevgili okur? 
Uçağa falan değil ama sanki otobüse binip saatlerce yola bakarsan geçecekmiş gibi geliyormuş.. Hani böyle yollarda arada bir karşına çıkan koyun sürülerini görünce istemsizce gülümsersin ya işte ondan olsun olsun istiyormuş.. 

Ama asla tatile gitmek gibi değil. Değil çünkü bu başka bir his.
Bu kaymayan bir zeminde, ne olacağını ve hep ne olduğunu bilebilme hissi.

Toprakla havanın birleştiği yere bakarken birden gökyüzünün pembeleştiğini görme hissi.. 
Yol akarken, yolun anılarına karışması gibi..

Ve sanki o otobüsten inince gideceğin yerden çok eminmişsin, hep tanırmışsın da uzun süredir gidememişsin gibi.. Büyük bir annenin dizine yatıp, saçlarını okşamasına izin verecekmişsin gibi.. Böyle kendi saçlarının mis kokusunu içine çeke.. Çünkü öyle olur hep ve gözünü araladığında masada senin için getirilmiş bir bardak ılık sütün lezzetini damağında hissediyormuşsun gibi.. 

Bahçedeki yaşlı tombik ağaca sarıldığın zamanları hatırlama hissi gibi.. Çocukluğun bilir bu ağaç nasıl önemliydi.. Gibi..
Sanki böyle bir ağacım hep varmış ve çimenlerine hep yatarmışım gibi.

Biliyorum bir yerlerde bu masal bir gerçek sevgili okur,
Ve sen bu gerçeğin hatrına sanki bana dönüşmüşsün gibi tadını çıkar o ılık sütün olur mu? 
İçine çok azıcık bal da koymayı unutma, 
çünkü hani az önce ben olmuştun ya,

Unuttun mu hemen?




1 Kasım 2015 Pazar

Bukalemun

http://youtu.be/wSy_TxOid6k

Diyorum ki bu binaların da bir kalbi var. Bazılarınınki hızlı atıyor. Kimileriyse daha yavaş.

Çocukken bazı sokaklardan geçerken derdim ki anne bak bu bir florya evi, şuysa resmen erenköy.. Annemin ne demek istediğimi hiç bir zaman tam olarak anlayamadığını çok seneler sonra farkedecektim..
Bazı şeyler siz istemeden kafanızda yer ediyor, size uyumsuz geliyor ya da gelmiyor işte..

Yeşilyurt tam bir şantiyeye dönüştü şu aralar. Sokak aralarında dozerler. Bahçe çitlerinde dozer izleri. Arsa çevrelerinde şu gri perdeler. Bina önlerinde kum yığınları. Baretli adamlar. Binalarını görmeye gelen ev sahipleri.

İşin kötüsü bu binalardan bazıları semtin kimliğine sadece uymazken, bazıları o kimliği parçalıyor. Çok azıysa buranın bir parçası olabildi ya da olacak.

Parçası olmak. Kendi kendime söyleniyorum, yapmadan önce kimse mi görmedi buna nasıl evet dediler diye.

Sanki kocaman bir yaratık gelmiş de kocaman elleriyle İstanbulun bambaşka semtlerinden binaları söküp koparmış ve tam da buraya bırakmış gibi olduğunda..

Düşünsene sokağın, caddenin ortasına bir imza at ve o imzayı herkes görsün diyorlar ve sen de gidip en kötü kalemi ve yazı yazmadığın elini seçiyorsun, ortaya bu denli kötü bir şekil çıksın diye. Hayır, bana kalırsa kimse bile isteye bunu yapmaz. O zaman daha da kötüsü geliyor aklıma, demek ki onun en iyisi bu, onun tarzı. En güzelini yaptım zannederken dokuyu mahvettiğini dahi anlayamayacak ölçüdeki stili. Kapasitesi.

Keşke mühendis ve mimarlar doğup büyüdükleri yerlere ait yerler yapsalar hep, doğup büyüdükleri yerlerde.. Ya da nereye gidiyorlarsa oranın bir parçasıymış gibi birden dönüşebilseler. İçlerinden gelse. Farketmeden olsa. Olabilse. Olabilenlerden seçilse. Minik ve hızlı bir bukalemun gibi. 

Kötü restorasyonların yerini sevgiyle kaplı bir tarihi bilgi harcı almaz mıydı o zaman? Her kafadan bir ses çıkmış binalar değil de, uyum ve zarafet içinde dans eden girişler, kendinden yorulmayan merdivenler, iyi ki burada kahvaltı yapıyorum dedirten mutfaklar..

Sadece senin doğrun yok, yaşamadığını zannettiğin cansız şeylerinde özel ve kalpten doğruları var işte..
Yaklaş,
Dinle.
Görebilirsin.