28 Temmuz 2014 Pazartesi

Sinek

Bugün buzlu su bardağıma bir minik bebek sinek kondu. Eve yeni gelmiştim böyle inanılmaz yorgundum, kafam böyle kazan gibi. Aklım anneannemde. Bu sinek nerden çıktı!?

Şapşal sinekçik. Islak bardağa konmasıyla uçamaması bir oldu. Tabi hemen peçeteyle düşürdüm kenara. Korkma sinek diye diye peçetenin üstünde yürümesi için zorladım. Yakından bakınca kanatlarından biri yok. 

Uf hayır, sinek ölme.

Bir klasik olarak camı açıp pervaza kondurdum. Çok hafifçik üfledim. Kendi ayak sürtmeleriyle de birlikte minik kanat aramıza döndü.

Sanırım o an dünyanın en mutlu mervesi olarak şükrettim. 

Yani hiç bir zaman öldüremem, hep camın önüne bırakırım ve yaşam şansları kendilerinin olur ama bu henüz çok bebekti.


Bazen ikinci bir fırsat olmuyor. Uçup konduğunuz yerden aynı kanatlarla uçup dönemeyebiliyoruz..

Resim bulanık çıktıysa; neti için ikinci bir pozu veremiyoruz. An kaçıyor, aynı olmuyor.
Söyleyecekken yuttuğumuz o cümleyi bir daha söyleyebilme olanağı bulamayabiliyoruz. Heves kaçıyor, o tadı kalmıyor.
Bazen de sadece ömür bitiyor. İnsanın, maddenin ya da iletişimin ömrü. Öylece bitebiliyor.

Bazen sonrası yok işte.

Sanırım bu yüzden kimseyle küs kalamıyorum. Ölmesine içim dayanmıyor. Ufak bir gönül alma onarıyor her şeyi. Gidip sarılıp öpmediğimde kendime gıcık oluyorum. Kimseye sitem edemiyorum. İçimden gelmiyor. Sitemkar tiplere de kıl oluyorum.

Kimileri için bu durum insanı korunaksız bıraksa da,
Varsın bıraksın.
Hayat fazla korunak için fazla kırılgan.

Öpüyorum.



His

'İçimde, bir yolculukta tanışıp alıştığım, fakat pek çabuk ayrılmaya mecbur olduğum bir insana veda eder gibi bir his vardı.'

Sabahattin Ali

27 Temmuz 2014 Pazar

Sevgili Günlük Hanım

Bugün gerçekten çok kötü bir gün geçirdim sevgili günlük. 

Ve bugün gerçekten çok güzel bir gün geçirdim canım günlük.

Çok çok çok kötüydü çünkü canım anneannem hastaneye kaldırıldı. Vücudunun neredeyse iflas ettiğini söylediler..
Çok çok çok iyiydi çünkü hala yaşıyor. Hala bizimle. Her şey yoluna giriyor.

Sağlık sorunları bende gerginlik yaratıyor kabul. Bunun için geçerli sebeplerim de var. Ama ailemi kenetlenmiş ve birarada görmek de güzel. 

"Geçmişe gitmem küsüm gözyaşlarıyla."

Yani anlayacağın sevgili okur, bu hayat işleri tamamen bakış açısıyla şekilleniyor işte.
Aynı günü tek kişi olarak iki farklı ağızdan anlatabilirim sana. 
İkisini de yaşadım çünkü. 

Şu an anlatılanlara da yaşananlara da gülümseyebiliyorsam bu tamamen seçtiğim taraf nedeniyledir.
Şu an dünyanın sonu gelmiş, her şey yıkılmış ve üstüme çökmüş gibi yığılmıyorsam bu tamamen bakmayı seçtiğim yön nedeniyledir..

Öyle işte.
Bu yazının şimdi burada olmayan bir devamı da vardı, öyle yarım sanma.

Ama artık yok. Yarım kalsın istedim çünkü. 


Başka da bir şey değil




"İnsanlara olduklarından farklı gözlerle bakmakta ısrar edişime içerliyordum."

Sabahattin Ali


26 Temmuz 2014 Cumartesi

Arı

Kiminle ne zaman evleneceğimi hiç bilmiyorum. 

Ama sizi temin ederim gezgin ruhu taşımayan biri olmayacak.
Şöyle sürekli o masada çalışan, sürekli televizyon izleyen, sürekli söylenen, çözüm üretemeyen beyaz yakalı. Evet sen olmayacaksın. 

Çocukluk hayalim bu. Adam gitmek isteyecek. Gitmek istemelerime bir anlam verecek. 

Bir arı gibi uçabilmek gerek kesinlikle oradan oraya özgürce. Bir arı gibi mutlulukla. Bunu istemek en azından yaa.. 

Minik kanatlarımı çırpmak, çırpmak. 

Liseden mezun olurken bile yazmışım yıllığa neredeyse aynı bu cümlelerle. Uçma fikrine takık mıyım nedir? Her sabah aynı saatte uyanıp aynı rutini uygulamaya dayanamadığım için, okulun bitişi özgürce bir şeydi benim için.

Yani o adam bana yarın şuraya mı gitsek diyor ve ben evet hadi hatta şimdi çıkalım diyorum.

Bu yüzden şu bankacı falan tipler olmuyor. Sana güven veriyor ama beni geriyor. 

Statükocu zihinler. İnsanlarla iyi geçinmek zorunda olduğu için iyi geçinen insanlar vs vs..

Hiç bir şeye 'zorunda değiliz'.

Böyle plana programa falan dalıp dağılmadan çekip gidebilme hissi.
 
Size hiç mi olmuyor?



23 Temmuz 2014 Çarşamba

Denge

pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
yan gelmişim diz boyu sulara
hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
hiçbirinizle doğüşemem
siz ne derseniz deyiniz
benim bir gizli bildiğim var
sizin alınız al inandim
morunuz mor inandim
ben tam kendime göre
ben tam dünyaya göre..

Susuyorum, müsaadenizle..

Turgut Uyar

22 Temmuz 2014 Salı

Doğrusuz

Bana mantıkla örülü bir yalan söyler misin? 

Dur,

Vazgeçtim, söyleme.

Bknz:

"Yalanın mantığı - Mantık yalanı

Yalanı ikna edici olabilmesinin birinci şartı kusursuz bir mantığının olması. Gerçek mantıksız olabilir, genellikle de bir sürü mantıksızlık içerir. Oysa yalan mantıklı olmak zorunda."

Tuba Akyol/ Psikeart


İnanıyorum çünkü mantıksız. Gibi bir şey.

İp/lik

Günlerce haftalarca olmasını beklediğim bir şeyden bir anda hızla ve herhangi bir nedenle soğuyabiliyor olmam bir çeşit lanet olabilir.

Yani birisi birden bir cümle kuruyor ve anlıyorsunuz ki o'nun kafası bu.

O'nun kafasının içine bakıyorsunuz ve içiniz soğuyor öylece işte.

Çünkü ancak siz izah edince anlaşılıyorsanız; sıkıntı var demektir.

Ve izah etmeyince önyargı kurbanı oluyorsanız; yine sıkıntı var demektir.

Çünkü bir Rus atasözü der ki; bir şeyleri izah etmek gerekiyorsa, o şeyi izah etmeye gerek yoktur.

İpin ucu böyle kaygan bir şey;
Ve ben,
Kaymadan, bırakmaktan yanayım.

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Geçmiş

Eski sevgilisini özlemle anabilen arkadaşlarım var ya da zamanında beslediği yoğun duygular nedeniyle şimdi yolda görse dahi konuşmak istemeyen..

Özlemle anmak mı? Yolda görsem kafamı mı çeviririm? Ha belki çeviririm evet, hani çok samimi olmadığınız bir servis arkadaşınızı görünce yaptığınız gibi; bu olabilir. Ama fazlası değil.

Zira eski sevgili demek benim için en fazla bir okul sırasını çağrıştırıyor. Tahta bir sıra. Artık okulda kalmış, çünkü okul bitmiş. Gibi bir şey.

Sevgi ya da nefret.. Merhamet ya da her hangi başka bir şey. Şaka gibi ama benim hiç bir duygum yok. Sanki hiç olmamış gibi.

Böyle söylediğimde de duygusuz olmakla suçlanıyorum. Ne var şimdi bunda? Herkes her bitişi bir hicran yarası şekline dönüştürüp duygusal travmalar yaşamak zorunda mı? Allah aşkına bir ben mi anormalim? 

Aslında bu durumumu sadece eski sevgili bazına indirgememek gerekiyor, eski herhangi neyim varsa hepsine karşı tavrım aynı. Belki böyle söylediğimde ne demek istediğim daha net anlaşılır.

Eski iş, eski arkadaş, eski okul, eski eşyalar, eski eski. Ya adı üstünde eski işte. Geçmiş bitmiş. Kapanmış

Bence ortada duygusuzluk gibi bir sorun yok. Ortada sorun yok çünkü. Yani ben gayet de durduk yerde zırıl zırıl ağlayabilirim, sevindiysem çocuk gibi belli olur gözlerimden, sinirliysem sinirliyimdir. Demek istediğim gerçekten duygusuz falan değil ve hatta belki aşırı da duygusalım.

Sadece biten şeyler, bende gerçekten bitiyor. Hissizleşiyorum. Sanki hiç giymedim o ceketi gibi. Çıktığım kapıdan tekrar neden gireyim ki? Gibi. 

Sanki bunlarla kurduğum bağlar buzdanmış da eriyince o bağ aslında hiç olmamış gibi. Yani kopmuyor bile, tamamen bir hiç oluyor.

Belki bu yüzdendir ki hiç bir okul mezuniyetime katılmadım. Kep falan da fırlatmadım. Okul, bitmişti çünkü. İşyerlerimden sıradan bir günde eve gidiyormuşum gibi ayrıldım. Sessiz sedasız. Veda konuşmaları ve kapanışlar kafamda olup bitiyor. Bitince bitiyor. Ve ben kapattığım kapılar için seramoni yapma gereği duymuyorum.

Her neyse ne..

Bazı insanlar da böyle demek ki. 

Bence kimsenin bir diğerini yargılama hakkı yok. 

Neye göre doğru? 
Kime göre yanlış? 

20 Temmuz 2014 Pazar

Non

Kimimiz her şeyi çok iyi bildiğini sanıyor..

Hiç bir şey bildiğin yok. 


I don't believe in Mantra
I don't believe in Gita
I don't believe in Yoga
I don't believe in Kings

I don't believe in Elvis
I don't believe in Zimmerman
I don't believe in Beatles
I just believe in me
Yoko and me and that's reality

The dream is over
What can I say?
The dream is over yesterday
I was the Dreamweaver
But now I'm reborn

I was the Walrus
But now I'm John
And so dear friends
You'll just have to carry on
The dream is over.

Günler

"Seninle şöyle bir oturup konuşamadık.
Birbirimizi görmeden yaşlanıyoruz, farkında mısın?"

Sabahattin Ali

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Kalp

Kalbinize iyi bakın.

Tüm hastalıkların psikolojik nedenlerden kaynaklı olduğunu biliyor muydunuz? Ben biliyordum ama iyice araştırmak istedim. Öyle şeyler çıktı ki kendim de inanamadım.

Ama bugün konumuz kalp olduğu için tüm şaşkınlık ifadelerimi ve neyin neyden kaynaklandığına dair oluşan yeni bilgilerimi kendime saklıyorum. 

Konumuz kalp çünkü yarın çok sevdiğim yakın bir akrabam için tüm günü hastanede geçireceğim.

Okurken öğrendim ki kalp; sevildiğini iyice hissetmediğinde kendine problemler yaratıyormuş. 

Demek ki onun kalbi aslında artık hiç sevilmediğini hissetmeye başlamış. Bundan sonra nasıl daha çok sevebilirim ki acaba diye düşünmeye başladım..? Onu ve diğer tüm insanlarımı. Hayatımdaki herkesi nasıl daha fazla sevebilirim? Böyle düşününce birden kalpler uçuşuyor etrafımda çizgi filmlerdeymişim gibi. 

Ah pek romantik oldu farkındayım.

Yine de bana kalırsa insan en çok kendi sevmeli, kendi kalbini. Böyle pamuklara sara sara sevmeli hem de; tüm benliğini öpe öpe sevmeli. Sevgiyi tüm hücrelerine hissettirmeli deli gibi. Hücreler içerde hep birlikte zıplasınlar olmaz mı? Benimkilere ben öyle yapıyorum. Yaşasın Merve bizi çok seviyor diye bi bağırış çağırış yaşanıyor zaman zaman! 

Hayır deli falan değilim.

Sadece hatırlatmak istedim:

Kalbinizden de, sizden de yalnızca bir tane var.
Ona iyi bakın. Kendinize..

Hep affedin. Hep gülümseyin. Bol bol sevgi dolu dualar edin. 

Ve bir de sarılın.

Çekinmeyin evet, gidip sarılın. Vedalaşırken ya da yolda karşılaşınca, hatta bazen yeni tanışınca.
Tüm dünyanıza koskocaman sarılın. 
Çünkü sarılmanın anlayamadığım büyülü karmaşık bir yanı var, derinlerinizde bir yere şifa veriyor. 
Kalbinizi yeşertiyor.

Köpeğiniz varsa uykusuzluğa da iyi geliyor. Ama bu tamamen özel bir bilgi. Aramızda kalsın olmaz mı?? :):)





15 Temmuz 2014 Salı

Sıkıcı

Yalanda korkaklığın kokusu var.
Ve bu koku midemi bulandırıyor.
Hal ve hareketlerden, gözlerden, tonlamalardan falan böyle buhar gibi yayılıyor çevreye. 

Kokulara karşı inanılmaz hassasımdır. Hemen uzaklaşırım ya da durur yaklaşır, iyice içime çekerim.

Yalana dair kafamda canlanan en neon kelimeyse hayal kırıklığı. Yanıp sönüyor böyle. Gecenin karanlığında, siyah bir duvarda. Sarı florasan ışıkla; kim söylediyse onun yüzüne bakarken. Parıl parıl parlıyor. 

Böyle anlarda, tecavüze uğramış bir kurban kadar kırılgan ve utanç içinde hissediyorum. Söyleyenin yerine ben.
Utanıyorum.


Bana kalırsa bir insanın güvenini zedelemektense yüksek bir yerden atlamak çok daha iyi. Zira o yüksek yerden atlanıldığında; çok ufak bile olsa yaşam şansı var. 

Oysa güven zedelendiğinde bunun gerçekten bir geri dönüşü yok. Nasıl olsun ki? 
Birini gerizekalı yerine koymanın nasıl bir geri dönüşü olabilir!? 

Sonra açıklamalar, açıklamalar..

Uğraşmam da öyle, ikiletmem. Kanırtmam. 

Yapma dur, açıklama yapma. Dil dökme. İzah etme.
Çünkü duymuyorum. Dahi demem.


Bana yalan söylediğini sen, kendin biliyorsun;

Ve bu ayıp sana yeter.

Tüm ayrıntılar zaten yerinde dursun.

Dinlemiyorum. Dinlemek falan istemiyorum.


13 Temmuz 2014 Pazar

Karpuzla Peynir

Karpuzla peynir yiyorsunuz yaa karpuzla peynir. Yemin ederim o görüntüden kaçarak uzaklaşamadığım için en ihtimal dahilinde ne varsa ona odaklanıp, bu anın hızla bitmesini bekliyorum. Şarap ve peynir konusu zaten tam bir muamma.

Onca konuda değişiklik iyidir demelerime karşın, yiyecekler konusunda bildiğiniz donmuş bir yumurta akıyım.

Öyle sert bir kapalılığım var ki kırılması mümkün değil. 

Düz, yalın tatları seviyorum bir de tatlı ekşileri. Hepsi bu galiba.

Karışık karman çorman olmuşluklar da bana gelmez. Şunla bunu karıştırdım bak ortaya ne çıktı!! Ay harikaa! diyenlere; rica etsem sen bi şu köşede oynar mısın? der geçerim. 

Pizzayı margherita yerim ya da belki işte bir malzeme daha. 

Kahveyi asla aromalı içemem. Yok fındıkmış yok vanilya, olamaz yani benim için seçenek ihtimali dahi yok. 

Deniz ürünleri pişirme yenme aşamasına geçemeden komple ignore. Kokuları zaten başımı döndürüyor ama işte sizinkinden başka yöne.

Şu herkesin bayıldığı İtalyan tatlıları falan da benim için hikaye. Aslına bakarsanız dünya mutfağı diye bir şey yok benim için. Her denemem bir hüsran. 

Et konusunda şu sulu, kanlı bilmemneler de ne yazık ki 'bizimle değilsin'. Zira etler öyle pişmeli ki bir adım sonra yanmalı. Bunun da bir şekli var, kurumak zorunda değil öyle hemen. 

Ama tabi tahmin edersiniz ki Merve şu böyle yenmez' çokbilmişlikleri mutlaka ki oluyor. Gülümsüyorum. Hadi canım, ciddi misin? 

Bu şöyle olmaz, o öyle yapılmaz!. 

Neyin nasıl yapıldığına;

Kim karar veriyor? 



10 Temmuz 2014 Perşembe

Gizli

Vakit akşam olurken, açık kalan camdan otoparkta top oynayan çocukların sesleri geliyor.. Mutluluk diyorum, mutluluk bu çığlıklaşmalar işte..

Hava kararıyor, çocuklar evlere.. Yemekler yeniyor.. Ardından balkonlardan çatal kaşık sesleri.. Muhtemelen iftar sofraları toplanıyor.. Huzur diyorum sanki bu çarpışma seslerinde.. 

Caddeden bir kaç araba geçiyor sonra.. Sokakları yıkayan şu gürültülü araç da peşlerinden.. Çatılarda martı sesleri.. Ağaçların koyu yeşille gürleşmiş dallarından da inceden kuş sesleri geliyor..

Ama ben,

Sadece bir sesi merak ediyorum. Hiç duymadığım bir sesi..

Hepsi bu.

9 Temmuz 2014 Çarşamba

Saç-larım/ız

Yolda yürürken diğer kadınlar saçlarınıza bakıyorsa tamamsınız demektir.


Ama bazen de orda burda çevirip saç renginize bayıldım, doğal renginiz mi bu diyenler olur. Aramızda kalsın ama ben işte o anlarda minik bir kaplumbağa olup denizle bütünleşiyorum. Hemen bir kuaför ismi söylemece, yer yön semt izah etmece. 

Saçlar bir kadının en kuvvetli olduğu alanı bence. Mesela bazen ılık bir yaz günü. Dalgalana dalgalana yürürsün yollarda. Birden ters bir rüzgar eser, kendi kokunla mest olursun. Şampuanın ballıysa bal olur kokar bütün dünyan. Gülümsersin böyle içtenlikle. Sonra yolda hızla giderken yanındakine uçuşur. O camı kapatma hiç, uçuşayım hep böyle dersin içinden. Minik bir gülümseme kaplar içini. 

İş yapıyorsan ve saçların açıksa mutlaka ağzına yüzüne gelir, deli eder seni. 

O gün derli toplu bir günündeysen fön çektireyim bari dersin. Kuaförün ve kuaföründeki teyzeler iltifatlar eder saçlarına, yükselirsin. Kendi kendine sarılıp, öpmek istersin.
Köpeğinle oynarken gıdıklarsın onu. Gıcık edersin ama o yine de kuyruk sallar sana, kıyamaz, ısırmaz saçlarını.

Aynanın önüne geçip geçip belime kadar gelmiş işte sonunda dersin. Gizli gizli incelersin kendini, nasıl göründüğünü.. Hemen ardından da annen gelir kızım kestir biraz artık uçlarından der. Dönüp gidersin. Yine bir gülümseme.

Kışın ısıtır enseni ama yazın yakar. Şöyle bir topuz yapıp sokağa öyle çıkarsın. Senin öylesine yaptığın topuza hangi gözler asılı kalır, aldırmazsın. Kahvendeki buzları tıkırdatıp, alıp yürümeye koyulursun cadde boyunca. Tebessüm yine dudağının kenarında.

Bakımlar yaparsın ona, bakımlar yaptırırsın. Uçları yıpranmasın diye uğraşırsın. Ve hatta belki hiç taramazsın benim gibi. Öyle dalgalı, öyle karışık seversin ve öylesine yandan ayırır gibi şöyle bir yana atarsın köpeğini gezdirirken. 

Bu kızıl saç işi riskli kimseye yakışmıyor diye düşünürsün içinden, kendine nasıl yakışmışsa hayret edersin. Kafan atar siyaha boyatmaya kalkarsın ve bu seferde kuaförün kıyamaz sana.

Kavga mı ettin biriyle elektriklenir hemen, mayıştıysan yumuşar yeniden. Uyurken bir de benim gibi saçlarınla oynayabilirsin. Ya da küçüklüğümdeki gibi yanında yatan annenin saçlarına gider elin. Ki başkasının saçına dokunamam zaten, hele ıslaksa asla..

Kuru kuru uçuşsun hep, böyle iyi.

Denize girersin, rengi açılır. Kızıl olur karamel. Böylesi ihanet dersin niye aktı hemen şimdi, soldum resmen. Ama sonra yine bir esinti, saçındaki tuz kokusu omuzlarına siner. Kendine sarılır, gülümseyerek uykuya dalarsın o şezlongta. Omuzlarından öper misin bilmem sen de benim gibi ama öp bi kere dene bak ne kadar şeker oluyor..

Bazen yatışsın dersin örersin yandan. İki yandan olmaz belki artık çocuk değilsin ama tek yan örgüyü de kimse alamaz benden, daha rahatı yok işte hadi yürüyelim mi biraz dersin. 

Rengiyle de oynarsın bazen.. Açtırırsın yorarsın. Koyulaştıkça dinlenirsin. At kuyruğu yaparsın sonra, yürürken sağa sola savrularak sallanır..

O eller hep saçlarında.. Parmaklar hep lüle yapıyor.. Yıkanırken şıp şıp damlıyor. Kururken yağ sürülsün istiyor. Tarağı görünce kaçıyor. Çok uzun süre toplarsan da kafanı ağrıtıyor.. Bir yere yetişeceksek hep illa ki istediğimiz gibi olmuyor.

Ama ille de kendine baktırıyor.

Kendi dalgama kıvrılıp kokluyorum uzun uzun..

Biliyorum, siz de böyle.. 



❤️❤️

Terre

"Ama dünyayı değiştiremiyorum. 
Ben buraya gelmeden çok önce değişmiş zaten."


6 Temmuz 2014 Pazar

Ne var ne yok


"Zekasıyla kıvılcımlar saçarak, hiç katılmadığım şeyleri savunan insanlara hayranlık duyarım. Tezlerini öyle bir dile getirirler ki, içeri sızamazsın. Ve müthiş bir oyun başlar aranızda. Bir tür zeka yarışı"  #niltakipte

Bir tür meydan okuma. 

Mırıl

Yine bir pazar..
Yine penceremin altında akordeon çalan çocuklar.. Bazen ailecek geliyorlar. Çoğunluklaysa abla kardeş.

Eve dönmek gibi bir his veriyor akordeonun sesi bana, o an nerde olursam olayım, evde olmak gibi bir his. Yanımdakiler benden biriymiş gibi bir his. Uzaklardan dönmek gibi bir his. Dönerken dolanmak gibi bir his. Hani sevdiğin şarkı çıkmıştır da bitmeden yol da bitmesin istersin. Ki ben mutlaka mırıl mırıl söylüyorumdur kesin o anda. 

Neyse işte tam ısırıp öpmelik bir his. 

Temmuz'um, Haziran'dan daha çok sevdiğim.. 
Tam ortasında doğduğum yaz mevsimim.
Turuncum.
Yaş pastam.




4 Temmuz 2014 Cuma

An

Bir hayalim vardı pembe yeşil.

Bu hayali ilk kurduğum günü dahi hatırlıyorum. 

Hastanede kaldığımız odanın kocaman camından dışarı bakıyordum. Hani şu pervazına bağdaş kurup oturabildiğiniz kocaman camlar vardır ya, bizim odanınki de tam öyleydi. 8. Katta kalıyorduk ve yükseklik korkuma rağmen tek çıkışım gökyüzünü gören bu kocaman pencereydi. Aşağıdaki tüm o insanlar minik bir karınca sürüsü gibiydi ve her saniyeleri çok kıymetliymişçesine asla durup bizim pencereye bakmıyorlardı. İki oda içiçe, birleşikti. İçeriden açılan bir odadan yan odaya geçiliyordu. Ve içerde babam yatıyordu. Makineler vardı. Soluk alması için. Odaya her girişim benim için ölüm demekti. 

Refakatçi yemeğini bırakan hanıma teşekkür etmiştim yine diğer günlerdeki gibi. Sabah hemşireleri gelip tansiyon falan ölçmüştü..


Yaşamak anlamını yitirmişti ve sığınacağım bir limanım da yoktu. Bugünleri yalnız geçirebiliyorsam, tüm hayatımı yalnız geçirmek istiyorum diye kendime zorunluluklar koyup duruyordum. 

İşte o günlerde tek hayalim Ege'de pek kimsenin bilmediği bir sahil kasabası bulup oraya yerleşmek olmuştu. 

Zira henüz bir kaç sene öncesinde İzmir'e gitmiştim, henüz lisedeydim. Buz gibi sabahlarda erkenden uyanıp; kardeş okul St Joseph'in edebiyat söyleşilerini izlemek gerekiyordu.. Her şey öyle sakindi ki; burada insanlar otobüse yetişmek için bile telaş etmiyorlardı. Çok yadırgamıştım ve hiç hoşuma gitmemişti.

Ege'yle ilgili tek bildiğim buydu, ha bir de denizdeki pelikanlar..

Ege bu yüzden Ege. Oysa ne İzmir'ini sevebilirdim ne de başka bir şeyini.. Şimdi gitsem hala aynı mı düşünürüm acaba? 

İzmir'de kaldığım o kısa zaman diliminden aklımda kalan; sebzelere ot ve bayatlamış simite de gevrek demeleridir. Kabus gibiydi gerçekten.. Neyini severler hala anlamam.


Hastane yaşamı insana tuhaf şeyler öğretiyor. Sevmediğim şeylere özlem duymam bu yüzden olabilir.. Kemiklerinizi bir kıtırdatıyor şöyle. İlk öğrendiğinizse ziyarete gelenlerin zoraki gülümseyişleri. Zoraki güleceksem gülmem hiç bu yüzden. Zorlama şeyleri sevmem. Gülmeyeceksem gülmem.

O öğlen işte, yağmur da atıştırırken cama, yine damlalar biraraya gelip kocaman bir damlaya dönüşüyor ve hep birlikte aşağıya kaymaca oynuyorlardı. Bense hissiz olmak istediğimi farkettim bir anda. Telaş duymayacak kadar hissiz. Aklıma İzmir geldi bu yüzden. Oradakiler sanki hiç hasta olmuyor ve olsa da öyle çok umursamıyorlarmış gibi. Telaş duymadan gülümseyip geçerlerdi bu durumuma da muhtemelen.. Sürekli mutlu oldukları an'ları yaşayabiliyorlarmış gibi. Benim gibi an'a tanıklık ettikleri an'da akıllarını kaçıracak gibi değillermiş gibi..

Sınırlarımı geniş tutmak istedim ve İzmir'den de dışarı çıktım. Orayı bilen çok kişi vardı zaten ve ben daha da kimsenin bilmediği bir yerleri bulup gidip yerleşmeyi istiyordum.

Tanıştığım hiç kimseye şu bizim hastaneyi, orada neler olduğunu, geçen günlerin ne getireceğini anlatmak zorunda kalmayacağım o Ege kasabasını bulacağım günü düşünmeye başladım. Beni İstanbul'a bağlayan ne kalacaktı ki hem zaten?

Günler geçerken ne zaman başım sıkışsa o bilmediğim kasabaya gider oldum zamanla. Adını bilmediğim o yerlerde tadını bilmediğim yemekleri yedim, çekirdeği uzaklarda yetişmiş kahvelerden içtim. Kedilerini sevdim sandalyeye zıplayan. Hani şu sarı tüylü olanları..

Dünyanın bilinmeyen bir yerinde,
Dünyayı unutmak falan istiyordum.
Ve bunu bir güzel başarıyordum ben o minik sahil kasabalarında..

İşte o günlerden kalan siyah beyaz bozuk bir televizyon ve pembe yeşil bu Ege hayalidir aklımda kalan..

Bahçesinde meyve ağaçları olan evim ve sonsuza dek hasta olmayacak olan eşim dostum akrabalarımla birlikte..

What ever

"Gül mü bitecek?

Diken mi çıkacak? 

Her ağaç, her dal, kalbinde ne varsa onu ortaya koyar." :):)

Böyle demiş Hz Mevlana. 

Bu yüzden kalbim çok ferah. Gül de çıksa diken de kabulüm. 💕🎀😇🙈


Wi fi

Bugünlerde şu sosyal medya konusuna her zamankinden daha da takığım.
Geçen sene tezimi bu konuda yazdığım için Facebook'u kapatıp resti çektiğim günleri hatırlıyorum da.. Ki hemen ardından herkes, istisnasız herkes nedenini merak edip aradı, sordu, gördüğünde sıkıştırdı, hadi hadii sevgilin mi var, neyi gizliyorsun bizden'lere kadar vardı durum.

Durum. Vahimdi.

Diyordum ki ne yaptığınızı görmek bilmek istemiyorum. O kadar ortada ki, ilgimi yitirdim. 

Hayır, sevgilimi falan gizlemiyordum. Sevgilisi olunca o facebook kapatan tiplere benziyor muyum!? 
Okuduğum makalelerin arasında kaybolmuştum sadece. Kendime uzaktan bakmak istiyordum. Bize. Hepimize. 

Ayna yerine telefon ekranından yansıyan görüntümüze.

İşin içine instagram ve twitter da girdiğinden beri, kartları fazlasıyla açık oynadığımız şu 'sosyal mecra.'

Gerçekten de açık oynuyor muyuz? 
Yapmayın. Kimin kimi likeladığı, neyi neden retweetlediği bu denli önem taşıdığından beri; neyi sadece kendimiz için yapabiliyoruz? Hangi paylaşımlarda gerçek biziz? Hangilerinde böyle görünen biziz?
 
O üstüne alınır, bunu likeladığımı şu görür, selfie koymuş ayıp olur, bu şarkıyı dinliyorum gördün mü!?

Gördüm, gördüm.

Görmek istemesem de görüyor olmak işte beni rahatsız eden.
Bazen kimin ne yaptığını bilmek dahi istemiyor insan. 
Kafasında tarttığı gibi kalsın istiyor. Bir takım saçmalıkları, özellikle vurgulayışları görmek istemiyor. 
Bu bilgi bombardımanı altında ezilip yığılmak, işte bütün mesele bu.
Facebookumda birçok insan 'takip etmeyi bırak' olmuş bu yüzden.
Twitterımda unfollow.
Bir de instagram var tabi. Yemek resmi koyanları 2'ye ayırdığım. Zira bu yemek olayı o kadar riskli ki fotoğrafınız ya gerçekten berbat ya da gerçekten leziz görünüyor. Ortası yok. Yemek resmi paylaşıp da takip ettiğim ancak 2-3 kişi vardır bu yüzden. Hatta belki 1-2.


Kendime sormaya başladım. Herkesi de eleştirir oldum. 
Takip ettiklerimizi neye göre belirliyoruz? 

Ya da şu resmi de koyuyoruz da amaç? Anı kalsın. 

Bahsettiğim gerçek manada kalacak anılar ya da fotografik açıdan cidden şeker olan paylaşımlar değil, bahsettiğim gösteriş ve göstermeyiş. 

Güzelim işte, etrafım arkadaştan geçilmiyor, işim gücüm de yerinde, yemeklerimi hep böyle deniz manzarasında yerim, tatil için geldiğim şu yere de bakın..

Bakıyoruz. Hep birlikte izliyoruz. 

Kendimi eleştiriyorum. Eleştiriyorum. Eleştiriyorum. Ve yolun sonunda siz haklısınız belki ben haksız. Ama kendim için baktığım yönü değiştirmeye başladım ben. 
Wifi sormak istemiyorum. 3g kapalı kalabilir mi bir süre?
Yapamayacağım öyle açık ki..

Ne olup bitmiş değil, ne olup bitiyor'u görmek istiyorum.
Yeşilin tonlarını ayrı ayrı görebilmek yeniden.

Kimin ne yaptığından yola çıkıp, kafamızda oluşturduğumuz senaryolar tam bir çöp.

Hayatlarımız yanyana değilsek uzak mesafelerin ardında.
Resmini çektiğin o köpeği okşamıyorum ki ben. 
Canım arkadaşlarım diyen ses videonun dijital alanında sıkışmış. 


Fişi çektiğim saatlerimi uzattım.
Gökyüzünü izliyorum.


Yalancı Yalancı Sana Kimse..

'Komplo yalanın en büyük koludur, dalavere diğer büyük kolu, istismar ise gözükmeyen yalanın kendisidir.' #Psikeart


Ve ayrıca,

Bildiğiniz üzere,

Sadece yalan söyleyerek yalan söylemiş olmazsınız; insanlardan bir şeyler saklamak da yalan söylemek anlamına geliyor.

Boş konuşmayalım. 

İkiz. cik.

Gıda olarak zekadan besleniyorum ve zeki insana olan zaafımı da asla inkar edemem. Çocukken yapılan iq testim 130 çıktığından da büyürken kendimi çok 'bir şey' sanmıştım bu yüzden. Bugün öğrendim ki bunun nedeni doğum haritamda venüsümün ikizler burcu olmasından kaynaklanıyormuş.

Şimdi hiç oradan bakıp da deli manyak zırvalarmış bunlar gibi düşünmeyin. Bir insanın karakterini burcu değil, tümüyle doğum haritası veriyor ancak. Mars'ınız nerde, yükseleniniz nedir? Ay burcunuz hangisi?

Bunlar önemsiz şeyler değil. 

İşte benim venüsüm de ikizlerde. Ymiş. İkizler insanını bilir misiniz? Biraz şirindir. Böyle her yönüyle ama tüm bu şirinliğine rağmen kolay anlaşılamaz ve insanı yorar. Bu yorulma nedeniyle de çok sevilmez. Yani sevilir de. Öyle işte der gibi.

Benim annem ikizler, canım annem ikizler. 
Ki bundan mı bilemiyorum şu güne kadar en iyi anlaştığım insanlar hep bu burca mensup oldu. Özellikle kadınlarının bilge ama çatlak bir yönü var ki; en çok hoşuma giden.

Bir anlarının diğer anlarına uymayışı, anormal bir biçimde kendimi güvende hissetmeme neden oluyor.

Venüsümün ikizler olması da bunda etkenmiş. Bugün neler öğrendim böyle.

İnsan bazen her şeyin başka bir şeyden kaynaklandığını sanırken her şeyin aslında o şeyin kendisinden kaynaklandığını göremeyebiliyor. Muş.


İstikrarsız değilken konu seçeneklerimin çokluğuna kapılıp gitmelerim de bu yüzdenmiş.
Renklilik iyidir demelerim. İnsanın içe doğru açılan gökkuşağından bir ışık hüzmesiyle uçuştuğunu düşünmelerim.
Bir şeyler öğrenebildiğimin yanında kalmalarım, aksi halde aniden uzamalarım.
Öğrenilecek, gidilecek, okunacak, duyulacak, özümsenecek bunca şey varken uykunun insan hayatında neden böyle yer kapladığına sinir olmalarım.
Balinalar ve planktonlar demelerim. Yani balinalar ve planktonlar resmen.. 
Ve saçma sapan su balesi sevmelerim de sanırım bu yüzdenmiş. 

Ah insan.

İnsan kendine dışardan bakınca. Ne çeşit bir tuhaf yaratık olduğunu anlayınca. Allah'ın hepimizi bambaşka bambaşkalıklarla yaratmış olmasına resmen hayran oluyor.

Düşünsenize bir insanı diğerlerine itici gelebilecek yönleri yüzünden çok sevebiliyorsunuz. Üstelik bu sizin sevme yetiniz. Yani öyle bir insan olduğunuz için değil, öyle bir insan sevdiğiniz için oradasınız.

Bunlar karışık işler. Karışık ama dolaşık değil. Çok konuşmak, gevezelik değil. Boş konuşmak da bilgi birikimi değil. Vaaz vermek nasihat değil. Ve bildiğini paylaşmak bunların hiç biri değil.

Bildiğini okumak var bir de..

Canım. 

3 Temmuz 2014 Perşembe

Net

Bir insan sizin için vakit ayıramıyorsa; bu açıkça size değer vermediği içindir.
Konuyu olduğu yerde kesip atın derim.
En temizi, her zaman için.


1 Temmuz 2014 Salı

Dalıp, Gitme.

Sezen Aksu Kavaklar şarkısını kansere dair ne varsa kafamda hepsi birer birer canlansın diye söylemiş olabilir mi?

Ah,
Omzumda bir kesik el, 
Ki hala,
Hala durmadan kanar..


Olur olmaz şeylere üzülen insanlar görüyorum; aslında acıyla ilgili gerçek anlamda bir fikirleri dahi yokken, kendilerine hayatı dar eden..

Herkes daha çok bir şeyler istiyor, daha çok araba, daha çok ev, daha çok eşya, daha çok çok çok, her şeyden biraz daha. Diğerlerininkinden daha yeni. En fazla benim olsun. Giyemeyeceğim kadar, yeter ki evde dursun. Yiyemem ama olsun, tabakta bulunsun. Arabalarım kapıda biriksin. Takılarım diğerlerinin gözlerinde parlasın. Hep en iyi. En iyisi. En iyinin de iyisi. Hepsi benim olsun.

Olsun. Hepsi sizin olsun. 

Bir kanser hastasıysa sadece yaşamak ister. 

Yalın ve sakin. Öylece bakabilmek, boş bir bankta saatlerce denize.. 

İnsan bir zamanlar başka türlü bir şeydi. Ve nasıl bu hale geldi bilemiyorum ama benim insanlıktan beklentim, kanseri bir gün tamamıyla yenebilmesi, çaresiz tüm hastalıkların tedavisi, bu konuda hayır yapanların çoğalması..

Bunca yiyecek, takacak, giyecek ve biriktireceklerin arasında gözükmüyor belki ama sadece yaşayabilmek bazen kocaman bir lüks.

Hayır kaynanan o bileziği taktığında değil, doğurduğu çocuk sen düşüp dizini kanattığında tentürdiyot sürerken üflüyorsa mutlu olabileceksin ancak.

Çocukluk sevincinin bir kısmı ameliyathane kapısında kalabiliyor bir gün aniden, yüreğinin bir kısmı gülerken bile buruk olmaya başlayabiliyor. 

İnsan en çok da kendine olmaz sanıyor.

Oluyor. 

Ve ardından, en ufak şeyden bile bir sevinç çıkmaya başlıyor dikkatli bakınca. Görmek istiyorsan görüyorsun bunu. Yanındaki insanlara sadece yanında oldukları için tüm gücünle sarılıyorsun. Değerlinin ne olduğunu anlıyorsun. 

Kemoterapinin yaşama kattıklarına ve yaşamdan aldıklarına şahit olmadan da görebil istedim bunu. 
Hayat pek öyle bir şey değil demek istedim. Tam olarak anlaman olanaklı değil muhtemelen ama, yanından geç istedim.

Üzülme öyle her şeye.