4 Temmuz 2014 Cuma

An

Bir hayalim vardı pembe yeşil.

Bu hayali ilk kurduğum günü dahi hatırlıyorum. 

Hastanede kaldığımız odanın kocaman camından dışarı bakıyordum. Hani şu pervazına bağdaş kurup oturabildiğiniz kocaman camlar vardır ya, bizim odanınki de tam öyleydi. 8. Katta kalıyorduk ve yükseklik korkuma rağmen tek çıkışım gökyüzünü gören bu kocaman pencereydi. Aşağıdaki tüm o insanlar minik bir karınca sürüsü gibiydi ve her saniyeleri çok kıymetliymişçesine asla durup bizim pencereye bakmıyorlardı. İki oda içiçe, birleşikti. İçeriden açılan bir odadan yan odaya geçiliyordu. Ve içerde babam yatıyordu. Makineler vardı. Soluk alması için. Odaya her girişim benim için ölüm demekti. 

Refakatçi yemeğini bırakan hanıma teşekkür etmiştim yine diğer günlerdeki gibi. Sabah hemşireleri gelip tansiyon falan ölçmüştü..


Yaşamak anlamını yitirmişti ve sığınacağım bir limanım da yoktu. Bugünleri yalnız geçirebiliyorsam, tüm hayatımı yalnız geçirmek istiyorum diye kendime zorunluluklar koyup duruyordum. 

İşte o günlerde tek hayalim Ege'de pek kimsenin bilmediği bir sahil kasabası bulup oraya yerleşmek olmuştu. 

Zira henüz bir kaç sene öncesinde İzmir'e gitmiştim, henüz lisedeydim. Buz gibi sabahlarda erkenden uyanıp; kardeş okul St Joseph'in edebiyat söyleşilerini izlemek gerekiyordu.. Her şey öyle sakindi ki; burada insanlar otobüse yetişmek için bile telaş etmiyorlardı. Çok yadırgamıştım ve hiç hoşuma gitmemişti.

Ege'yle ilgili tek bildiğim buydu, ha bir de denizdeki pelikanlar..

Ege bu yüzden Ege. Oysa ne İzmir'ini sevebilirdim ne de başka bir şeyini.. Şimdi gitsem hala aynı mı düşünürüm acaba? 

İzmir'de kaldığım o kısa zaman diliminden aklımda kalan; sebzelere ot ve bayatlamış simite de gevrek demeleridir. Kabus gibiydi gerçekten.. Neyini severler hala anlamam.


Hastane yaşamı insana tuhaf şeyler öğretiyor. Sevmediğim şeylere özlem duymam bu yüzden olabilir.. Kemiklerinizi bir kıtırdatıyor şöyle. İlk öğrendiğinizse ziyarete gelenlerin zoraki gülümseyişleri. Zoraki güleceksem gülmem hiç bu yüzden. Zorlama şeyleri sevmem. Gülmeyeceksem gülmem.

O öğlen işte, yağmur da atıştırırken cama, yine damlalar biraraya gelip kocaman bir damlaya dönüşüyor ve hep birlikte aşağıya kaymaca oynuyorlardı. Bense hissiz olmak istediğimi farkettim bir anda. Telaş duymayacak kadar hissiz. Aklıma İzmir geldi bu yüzden. Oradakiler sanki hiç hasta olmuyor ve olsa da öyle çok umursamıyorlarmış gibi. Telaş duymadan gülümseyip geçerlerdi bu durumuma da muhtemelen.. Sürekli mutlu oldukları an'ları yaşayabiliyorlarmış gibi. Benim gibi an'a tanıklık ettikleri an'da akıllarını kaçıracak gibi değillermiş gibi..

Sınırlarımı geniş tutmak istedim ve İzmir'den de dışarı çıktım. Orayı bilen çok kişi vardı zaten ve ben daha da kimsenin bilmediği bir yerleri bulup gidip yerleşmeyi istiyordum.

Tanıştığım hiç kimseye şu bizim hastaneyi, orada neler olduğunu, geçen günlerin ne getireceğini anlatmak zorunda kalmayacağım o Ege kasabasını bulacağım günü düşünmeye başladım. Beni İstanbul'a bağlayan ne kalacaktı ki hem zaten?

Günler geçerken ne zaman başım sıkışsa o bilmediğim kasabaya gider oldum zamanla. Adını bilmediğim o yerlerde tadını bilmediğim yemekleri yedim, çekirdeği uzaklarda yetişmiş kahvelerden içtim. Kedilerini sevdim sandalyeye zıplayan. Hani şu sarı tüylü olanları..

Dünyanın bilinmeyen bir yerinde,
Dünyayı unutmak falan istiyordum.
Ve bunu bir güzel başarıyordum ben o minik sahil kasabalarında..

İşte o günlerden kalan siyah beyaz bozuk bir televizyon ve pembe yeşil bu Ege hayalidir aklımda kalan..

Bahçesinde meyve ağaçları olan evim ve sonsuza dek hasta olmayacak olan eşim dostum akrabalarımla birlikte..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder