31 Ağustos 2013 Cumartesi

Hadi git.

Ağustos gidiyor. Gitsin. Yaz bitiyor. Olsun. Ben bıraktıklarıyla ilgileniyorum ve onları çok sevdim.

Hatırladıkça gülümseyeceğim anılar biriktirdim. Sıkıldıklarımı toparlayıp attım. Kiril alfabesini okumayı öğrendim. Sevdim. Çok sevdim. Resimler çektim. Kavga bile ettim. Atar yaptım. Attım, tuttum. Dalgaların sesini dinledim uzun uzunn. Yıldızları izledim üşürken. Soğuk kumlarda yürüdüm. Sıcak kumlarda ayaklarımın fotoğraflarını çektim bol bol. 

İnstagrama küstüm, facebook ve twittera da hatta; sonra da öpüp barıştım. Havaya kalpler savurdum kırmızı ve pembe. Mavi balonları izledim uzaklaşırken. Havayı kokladım akşam üstleri; mis gibi yaz kokusunu çektim içime. Bebek'ten Beşiktaş'a uzanan yanık ıhlamur kokusunu es geçemedim.

Çarşaflara sarıldım soğuk soğuk ve ısındıkları an ittim hemen. Öğleden sonraları açık kalan pencereden içeri giren rüzgarın, perdeleri havalandırmasını izledim; elimdeki kitabı karnıma bırakarak. Aynanın karşısına geçip, yanık izlerim mi yara izlerim mi daha belirgin oldu diye incelemeler yaptım; güneşlenmelerimin ardından. 

Kızıl saçlarımın sararıp karamelleşmesine kıl oldum. Yine de yolda çevirip çok yakışıyor diyenlere sarılmak istedim. Hiç balık sevmesem de tutulan taze balıklardan yedim. Ece'nin Elif bebeğini kurtardım denizden. Tuz kokan omuzlarımı koklayarak uyudum. 

Sıcağa aldırmadan Moda'nın yokuşlarını tırmandım. Tezimi teslim ettim. O uçak düşmediği için şanslı olduğumu düşündüm. Hayaller kurdum. Büyüdüm. Hopladım zıpladım. Aşk'a inandım. Gülümsedim. Ağladım. Kahkahalar attım. Sabaha kadar güldüm. Ela'yla kumdan pastalar yaptım. Dilek fenerlerinin gidişini izledim. 

Doğum günü pastalarımda rengarenk mumları üfledim. Arkadaşlarımı daha çok önemsedim. Onlarsız bu hayatın tadının çıkmayacağına bir kez daha şahit oldum. Saflıklarıma inanamadım. İnandıklarıma inanamadıklarını gördüm. Böylesi yine de hoşuma gitti; güldüm. Candy crush'tan sıkıldım; yine de silip atmadım. 

Bıcı bıcı diye bi tatlı denedim; öldüm bittim taptım. Oje koleksiyonuma yenilerini ekledim. Ordan burdan yemek tarifleri buldum. Düdüklü tencere kullanmayı öğrendim. Yazdım. Çizmedim. Yazık ki pek fazla da pişiremedim. Blogumu ihmal ettim. Kazı çalışması olan yollarda yürürken içimden saydırdım. Paketlerce kahve içtim. Fincanlarca fal kapattım. 

Sahilde çalınan gitarlarla 17. yaşıma döndüm. Yürüdüm; dünyayı yürüdüm. Yeni insanlarla tanıştım. Sararan yapraklara gıcık oldum. Çiçek açan kaktüslerimi okşadım. Asla yapmam 'ama bak asla yani' dediğim bir şeyleri yaptım. Güvendim. Direndim. Yeni patenler aldım. Game Of Thrones'u bitirip Vikinglere başladım. 

İncir reçelinin tadına baktım. Fındık ezmesinde yüzdüm. Nutella kavanozuna sığındım. Sadece tanışıp geçtiğin  insanların bile unutmayınca unutmadığını farkettim, şaşırdım, mutlu oldum. Meryem Uzerli'yi bir kere daha çok sevdim. Şiirler okudum. Çiçeklere su verdim. Kırmızıyla pembe arasındaki bir ton olan o yapraklarından öptüm. 

Leyleklere el salladım. Şu son haftalarda bu 8. oldu galiba; tam sayamadım. İçimdeki huzuru bulaştırdım ona buna. Neşeyle doldum. Sinirlendiğimde içimdeki sinirli kızla kavga ettim deli gibi; yerden yere attık birbirimizi, yaraladık, kanattık ve sonra sarılıp barıştık. Şirinlikleri kurukafalara değiştim; bu gerçekliğe hayran kaldım; kendime orada bir yer buldum ve sonbaharı beklemeye başladım. 

Benim kızlara soracak olursanız en güzel maceralar sonbaharda yaşanıyormuş. Görücez bakalım; ya da göreceğiz mi olmalıydı!? Görcez olmadığı bir kesin de. ;);)

Herneyse.
Sizi seviyorum. 

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Öpmek

Öleceğimiz güne kadar başımıza ne gelirse gelsin yanımızdan ayrılmayacak insanlarla olalım.
Ruhundan öperim mesela, ruhumu öpersin..
Kaşını gözünü malını mülkünü sazını sözünü geçerim de ruhundan öperim işte tam da bu yüzden.
Hayat geçicilikler üzerine kurulur ama kalıcıdır.
Çok severim aslında gitmeyi de; gitmem kalırım işte bu yüzden.
Her şeyden sıkılırım da güvende kalırım gitmem.

Sev, çok sev

Kimsenin eli ayağı gibi sanki organik bir parçası gibi olmak isteyemedim bugüne kadar. İnsanlar bensiz olamaz olamasınlar istiyorum. Bu tür bir bağımlılık hali beni ürkütüyor nedense. Hem de bensiz olamasınlar istiyorum. Öyle tutuklu gibi bir bağlımlılıkla değil de uçabilecekleri sade sakin bir bağlılıkla.

Bağımsız bir bağlılıktan bahsediyorum; ipeksi kanatları var onun.

Bazı zamanlarda gidebildiğimi görmek, kendimi güvende hissettiriyor nedensizce. 

En iyi olduğum en sevdiğim en çok başardığım anlarda hep, bırakabildiğimi görmeliydim. Gördüm de. Yarıda kalsın diye değil, bıkıp usandığımdan da değil.. Sadece görebilmek için kendimi. Cesaretimi mi deniyorum? 

Bağımsızlık bir deli tuhaf his işte. Bağımsızlığa bağımlılık gibi işte. Bağımlılık kelimesini bile sevmemek gibi işte.. Bağımlılık, ba-ğım-lı-lık. Tam dört hece. Bağım bağım bağımlı olmak.

Olmasak?

Oysa bağlılık öyle değil ki? Değil. Kesinlikle değil hem de.

Orada biri var mı? Sesimi duyan var mı? Yok mu?
Kimsenin hayat demirbaşı olmak istemezken kimseyle bir bütün olmak istemezken ve kimseyi yormak istemezken söylemek istediğim tek bir şey var: Yapışma ama yanımda kal. Yanımda kal ama yapışma yalvarırım. Derilerimden yüzülmek ihtiyacını hissettirme. Ama öyle uzağımda da kalma mutfakta unutulan çay gibi.. Çok sev işte. Severken öp, öperken ısır. Ama kusma işte.

Herkes kalır. Herkes gider. 

Bu gidişlerde ve üzüldüğüm her ne varsa.. Benim acıyla başetme yöntemim yok saymaktan geçiyor. Kendini yok saydırmak zorunda bırakma.
Çünkü çok kızdıysam, hele ki kırıldıysam aylarca kopup yokoluyorum o kişinin/kişilerin hayatından.. Ya da tamamen çıkıyorum oyundan. Game over diye bir yazı çıkıyor. 

Sanki o anı dondurmazsam her şey yanacak. Yanıp külünden bile eser kalmayacak.

Biliyorum bu huyum karşımdakileri zorluyor; hatta zaman zaman küstürüyor. Ama küssünler ki.. 

Buna alışamasalar da, alanımı açsalar da, kendimle başbaşa kalmama izin verseler de, gittiğimde seslerini dahi duymak istemediğimi bilip üzülseler de, fikirlerimin sabahtan öğlene bin kere değişeceğini bilseler de, beni ben yapana saygı duyup susuyorlar. Ne yapalım ben böyleyim işte.

Ve bu aslında hep "çok sevdiğimden". Yani Sıla'nın şu meşhur şarkısının tam aksine zor sevdiğimden değil; çok sevdiğimden; böyleyim. 


13 Ağustos 2013 Salı

Soğumuş

Gerek var mıydı bu kadar kırgınlığa? Yolun başında çekip gitmiştim oysa. Ve sonra çıkmış yoldan bir şekilde devam ettim yolu takibe.

Ah her seferinde diyorum ki kızım yürü şu kafanın dikine. Tek bir kişiye dahi sorma nedir nedendir nasıl olur diye. Ama yine yaptım. Yaptım ve aynı sonuca vardım. En doğrusu kendi bildiğinmiş dedim. 

Sonra canım uzakları çekti. Çektim gittim. Yorulduğumdan değil. Yorduğumdan kendimi. 

Kış gelsin. Şöyle kavurucu buz essin. Kırsın burnumuzu. Ve daha da dondurucu bir günde Bebek'e yürüyelim. Hohladıkça ağzımızdan dumanlar çıksın. Soğuktan ve ellerimizin donmasından başka bir şey düşünemeyelim. Belki bir yere atıp kendimizi birer bardak kahve isteyelim. 

Masal dondurucu masmavi buz bir yerde sona erecek. 08.2013