14 Eylül 2016 Çarşamba

Aşk

Bugün zeki müren dinleye dinleye karşılıksız aşka düşsem de dert deryasında yüzsem kıvamına geldim sonunda. 


Şaka şaka sevgilimi kızdırmayalım. ;)


Ama yani arkadaş,

O nasıl içli şarkılar, o nasıl içi yanmışlık. Kavrulmuşluk, köze dönmek ve üzeri yani.


Düşünürken araştırırken bu durumun içlerinde bir yerlerinde bir şeyler öğrendim, eh pek tabii sizinle de paylaşmak istedim. 


İnsanın asla sahip olamayacağı bir kişiyi/nesneyi tutkuyla sevmesi; geçmişteki depresif ya da çok kaygılı annenin normal haline özlemiymiş aslında. 


Efendimm, 


Kayıp obje imiş bu özlediği anlamlandırdamadığı hissettiği yoksunluğunun adı da. Annenin yani, kayıp, çünkü aslında.. var olmasına var da duygusal açıdan tam olarak yok. 


Anne önemli. Çünkü çocuk ömrünün kalanında diyor ki: anne senin sevgin ulaşılmazlık demek ve anne senin sevgine ihtiyacım var. O zaman annemin sevgisini ulaşılmazlıklarda hissedebilirim ya da bunu sanarım.


Yani onu terkeden ya da reddeden kişiye takıntılı bir biçimde aşk duymak aslında erişilemez/kayıp anneye olan özlem girdabında kişinin aylarca/yıllarca yüzmesinden başka bir şey değilmiş. 


Bu durumda kişi kendini kendi takıntılı aşkında boğulmuş bir kurbana dönüştürürken sadakati daha da artıyor. Reddedildikçe ya da aldatıldıkça kayıp objeye duyulan bağ da derinleşiyor


Kemal Sayar bu konuda "kronik sadakatsizlik ve obsesif aşk, erken bağlanma bozuklukları temeline dayanan, özünde, kemikleşmiş deruni boşluğu yaşamaktan kaçınmak için kullanılan defansif manevralardır. Bu tip obsesyonlarda afişe edilen tutku, çocukluk döneminin kayıp annesine duyulan bilinçdışı bir özlem ve bu kaybı kabullenmedeki yetersizlik tarafından tetiklenmektedir: kayıp objeyi kompulsif, gereğinden fazla bir arayış." 

..


"Kişi objeye karşı tiryakilik yaratan bir özlem içindedir ve obje psikolojik olarak kişiyi tüketir. Bu sapkınlık, ihanet ve daimi kovalama serüvenine hem kurban hem de aldatan iştirak eder, her biri diğerini doyumsuz bir şekilde harcar, psikolojik boşluğa karşı dehşetli bir mücadele içerisinde güç ve kontrol için rekabet ederler." diyor.



Yaşanan bu durumların insanı bambaşka biri olmaya itmesi..


Bambaşka biri olacakken bak ne oldun? Der gibi..

Kavuşamadıkça kavuşamayan Zeki Müren sayesinde tasavvufla ilgisi olduğunu sandığım şeyin aslında bilimin net açıklamalarıyla kaplı olduğunu öğrendim. 


Pis bi tutkalın eline bulaşması gibi..

Sarhoşken dövme yaptırmak gibi..

Ama yine de çok tatlı değil mi yaa:))


Aşk. <3


2 Eylül 2016 Cuma

Sarsılırken

Sanırım en kötüsü artık umrunuzda olmayan "o an" oluyor.
Ya da en iyisi mi demeliyim? Bilemiyorum..
Bir şeylerden hatta belki kendi düşündüklerinizden yani kendinizden dahi vazgeçtiğiniz o an.

Hani böyle bazen çok zorladığınız, sıkıştırdığınız, ille de öyle olsun dediğiniz ve ardından tüm yorgunluğunuzla kendinizi kanepeye attığınız o an gibi bir bırakışla ipin ucunu bıraktığınız o an..

Bırakın tabi yaa..
Gülümseyin hemen ardından.. 
Şimdiye kadar bir yere çıkmadıysa o yol; dönün işte en bi keyifle.. Çıkmazı zorlamayın.. Çıkarına yürüyün.. Sağlıkla koşun, mutlulukla uçun, kalpler dökülsün bastığınız yerlere, tertemiz enerjiler taşsın bedeninizden..

Siz,
Sizi bulun. Onu duyun, dinleyin, yatırın dizlerinize de bir güzel ninni söyleyin, saçlarını okşarken gözlerine bakın, bakın ki söyleyemediği şeyler kaldıysa onlar da dökülsün gözlerinden..

Çünkü inanın kimse ama hiç kimse sizden değerli değil..

Ne o gece gündüz uğraştığınız proje, ne çözülsün diye çabaladığınız ama bir türlü çözülmeyen sorunlar ne o ne bu ne şu.. 

Bugüne kadar açılmadıysa bırakın tıkalı kalsın o lavabo.. Belki de düzelmek istemiyordur.. Ama işte o istemiyor diye siz niye kalacaksınız ki orada?

Hadi kalkın şimdi, toparlanın da gidelim. Yıpranmaktan vazgeçip yolumuza gidelim.. 
Gidelim ki gerçekten olmamız gereken yerlere geç kalmayalım..

Kalmayalım artık..