29 Haziran 2014 Pazar

Bulut

Hey yukarı bakınn!!

Affetmek bir bulut şeklinde tepenizde uçuşuyor. Şu bulut bak ordaki. Pamuk pamuk gülümsüyor. Haydi şimdi, gidip en gıcık olduğun insanı affet diyor. Duymuyor musun?

Affetmek mi? Evet affetmek.

Bugün tüm kalbinizle affedin, herşeyle herkesle bir bütün olun. Gönlünüzü tüm kuşkulardan arındırın. :):) 🎀🎀 

Hep söylediğim, çok da sevdiğim bir cümle var: Gönlünüzden affedin, çünkü affetmek şifalıdır. Sevgiyle sarmak onarıcıdır. Kalbinizdeki şüpheleri temizlemek arındırıcıdır. Sevmek başlı başına çok pembe bir şey zaten. Böyle iliklerine kadar ısıtıyor. Ve sen bir kez sevmeye başladığında görüyorsun ki taşlar bile yumuşuyor. 

Haydi kendin için bir iyilik yap. Şu kuantum zırvalarından bahsetmiyorum ben, onları şu köşeye bi bırak. Kendin ol bi rahatla önce. Sonra da iyilik yapmaya karar ver kendine.

İnan ki senden başka hiç kimse yapamaz bu iyiliği ruhuna. Kendine sımsıkı sarılmanın tek yolu bu: affetmek, çok sevmek, şüphelerden arınmak, başkalarını sevindirmek.

Bu hayatta mutlu ettiğin için gülümseyen gözlerden daha önemli başka bir şey var mı? 

Her şey için şükürler olsun. Hayatımdaki her bir nokta için. Allah'ın verdiklerine de, aldıklarına da, vermediklerine ve alacaklarına da şükürler olsun. En iyisini bilene şükürler olsun. 🎀😇

Şu an burada bunları okuyor olmana şükürler olsun. İşte ben böyle belki herkesin çok önemsemediği, hatta belki delice bulduğu ama benim için kocaman bir kalp dolusu mutluluk olan şeylerle sevinç doluyorum. İstiyorum ki sen de benim gibi hisset. Ruhundan öptüğümü hisset. Çünkü tam da şu anda koskocaman öpüyorum. Çünkü benim için çok değerlisin. Sandığından daha çok. Burda olsan boynuna sarılacak kadar çok. Çünkü bunları okurken, benim için, önemli vaktinden ayırıyorsun. Seni tanımasam da seviyorum işte bu yüzden. Okuyanlarımın hepsini.

Sevgi minik yeşil bir kartopu ellerimle yaptığım ve yuvarladıkça büyüttüğüm. İyi ki içimde kaynağı var dediğim. 

Hepinize bulaştırmak istediğim. 

Bir Minik Kız

Güvenmek isteyip de hem güvenip hem güvenmediğiniz oldu mu?

Olmasın.

Nedir o? Tarifinden emin olamadığınız sütlü bir tatlı mı?

Eskiden meyveli yoğurdu, hiç sevmezdim. Ama sonra kendimi ikna ederek sevmeye başladım. Sevecektim ya nasıl sevmiyordum? Sevmem gerektiğine inanıyordum, tadı bana uzaktı ama yakınlaşmasını istiyordum. Ve oldu. Ardından delisi olduğum günler başladı. Peşini de reçelli yoğurtla dondurmalı yoğurt takip etti.

Şimdi bir insana güven duymak konusunu alıp biraz yoğurunca; 

güvenilirlik için de ikna olmak mı gerekiyor yani sizce? Yoksa bu o yoğurt meselesinden tümden uzak, upuzak bir konu olsa olmuyor mu?

İkilemde kalınca; bazen boşvermek gerekir, bazense uğraşmak. Genelde boşvermem ve aynı zamanda da uğraşmam.

Ticaret zor. Ticaretten anlamam. Anlamıyorum. Anlamak istemiyorum. Ticaret yapmıyorum da zaten. Yapmak istemiyorum. Satmıyorum. Sen de satma. Ken-di-ni, kimseye. Sat-ma. Lütfen. Güvenilirliğini boşa çıkartma. Diyemiyorum ben. Demek istemiyorum. Böyle düşünmüyorum. Klişelere dayanamıyorum. İstiyorsa yapsın. 

İnsan, ne ise 'o' olmadıktan sonra, aynaya bakmasının ne anlamı var? Zaten kendini göremeyecek. Ben de görmesem olur diyorum.

Risk mi sizce bilmem ama ben,

Yüzde yüz güvenle başlıyorum. Direkt öyle balıklama. Güvenmenin kendisine güveniyorum çünkü. Sıcak bir bütünlüğü var bu kelimenin. Güvenin kendisi bu. Güvenmeye güvenememek olmaz ki.

Öyle denemeler yanılmalara gerek kalıyorsa zaten çekip gideceksin.

Güvenilirliğim kadar güvenmek. Sonunda yine çok safsın, yine yine yine, işte bak akıllanmayacaksın yine, ben dedim 50 kere dedim ama yine'leri dedirttirene kadar güvenmek.

İnsanlara, güveninizi yüzde yüz boşa çıkartana kadar güvenmek. Böylesi güzel.

Çünkü art niyeti olmayan insan diye de bir şey var hala şu hayatta. Karşılıksız iyilikten anlayan. Koşulsuz sevgi var. 

Ha biri güvenimi boşa mı çıkarttı? Salak yerine mi kondum yani? Kandırdığı gerçekten ben miyim sizce?

Hiç bir şey, geri kalan diğer insanları güvenilir olmamakla yaftalayabilecek kadar büyük değil. Akrebe yardım ederken elimi sokması gibi, o akrep olduğu için böyle yaptı. 

Herkes akrep değil, bak bazıları sincap falan filan.

Önyargılar bana göre değil.

Kimse içimdeki minik kızdan önemli değil. Balonlar uçuracaksa uçuruyor o. Burnunun dikinden gökyüzüne doğru.


28 Haziran 2014 Cumartesi

Doğduğum Mevsim

Açık kalan penceremden akordeon melodileri geliyor..
Sanki sırf bunun için seviyorum Haziran'ı..

27 Haziran 2014 Cuma

Şu Esneklik Meselesi

Hayatta esnek olmak lazım.

Bu sözümü çok yakınlarım iyi bilir. Son saniyede değişen fikirlerimi, son dakikada yetişmelerimi, son anda vazgeçmelerimi, ardından vazgeçişimden de vazgeçişlerimi, katı planlarından hoşlanmadığımı.. Falan filan..

Hayatla bir oyun hamuruymuş gibi oynadığımı, oynayabilenleri takdir ettiğimi, bir çocuk gibi hayatın döngüsüne kapılmalara izin verdiğimi görürler. Onu sıkıştırıp patlatmaktansa, ılık bir nefes gibi uçuşmasından yana olduğumu..

Sertin kırılışının, yumuşağınsa eğilebilir oluşunun.. Benim için ne kadar çok şey ifade ettiğini iyi bilirler. 

Fakat,

bazı yakınlarım da var ki bu sözümü, bu tavrımı, 'beni', ben oluşumu, bana karşı aptal bir silah gibi doğrultmaya çalışıyor. Esneklikmiş, iyi niyetmiş.. Öyle miymiş?

Ki beni gerçekten bilir; üstüme gelindiğinde tamamen kaçtığımı, yok olduğumu, 

iyi bilir.

Yakınım dediğime de bakmayın, biz tek çocuklar için çok yakınım yoktur, kardeşim gibi vardır. Kardeş nedir? Her neyse.

Düşünüyorum diyorum ki tüm bu tavrı çok özlediğinden, yani bence böyle. Çok sevdiğinden kızım diyorum kendime. Kendini mi sevmiyor şu sıra? Seni çok sever çünkü iyi biliyorum diyorum. 

Kardeş buna denirdi. Lakin kanından olana da küsebilirdi ve ben işte o eleştirdiği esnekliğimden ötürü her fikrini kabul ederdim. Onu böyle kabul ederdim. 

Zaten hayatımdaki insanları ya oldukları haliyle severim seviyorsam, sevmiyorsam da hiç sevmem. Kıvırmaya gerek yok. 

Sevmediğimi, 

sevemem.

Lakin şöyle önemli bir sorun var. Bir detay. Şu üslup meselesi. 

Benim aklım almıyor, bir insan çok sevdiği ya da hiç farketmez, nefret ettiği birini nasıl kendince kötü bulduğu özellikleriyle yaralamaya çalışır? Bir insan, diyorum ya insan, başka bir insanı niye yaralamaya çalışır? Kırdığın aynadaki yüze bir baksan, kırdığın yüz aslında kendi suratın.

Ve evet bu da o meşhur 'Mevlana'nın sözü. Mevlana. Anlıyorsun değil mi?

Bir çeşit savaş taktiği mi bu?

Savaşta mıyız gerçekten? Savaşıyor muyuz senin kafanın içinde?

Kimin için ne düşünüyorsak biliyorum ki, hepsi, tamamı her kelimesiyle doğru. Çünkü kişi kendinden bilir karşısındakini. 

Ve birbirimiz için hissettiğimiz şeyler işte.. Kendi içimizden doğuyor. Senin özünden besleniyor baksana. Yediğin yemekle beraber kan olmuş akıyor içinde. Kanını bana sıçrattığında gördüğümse rengin koyuluğu. 

Anlatabiliyor muyum? İnan artık anlaşılmak istediğimden o kadar da emin değilim aslında.

Aynı dostluğun sıvısında yüzüyorsak ve birisi diğer taraf için içten içe kin besleyebiliyorsa.. Kin besleyemeyen taraf için durum yalnızca hayal kırıklığı.

Hayal. Kırıklığı.

Şu halde, eyvallah. 

26 Haziran 2014 Perşembe

Ormandaki Yırtıcılarla Farkımız

Saçma sapan kinaye dolu cümlelerle sitem edildiğinde, yazılar falan yazıldığında, makaleye dönüştürüldüğünde, dostum da demişseniz bir de..


Ben yalnızca daha çok soğuyorum.
Gerçekten tüm kalbimle üzülüyorum.


Benim için düşündüklerine bir bak, bunlar aslında senin kendin için düşündüklerin. Görmüyor olamazsın. 

Bu nedenle; benim için.. Ne düşünüyorsan doğrudur..

Benim de senin için düşündüklerim. 

Çok şükür ki bugüne kadar kimsenin emanet ettiği dostluğuna hıyanet etmedim. Seninkine de etmeyi düşünmüyorum.

Çünkü her zaman dediğim gibi, sadece kendimden sorumluyum.

Evet hayatta esnek olmak gerektiğine de hala tüm kalbimle inanıyorum. 



Bang Bang Lucky Luke

Rintintin'i diyorum, Rintintin'i kimse benim kadar sevemez.

Çocukluğmun vazgeçilmez kareleri arasında, babamla oturup Asterix, Tintin ve Red Kit izlemek vardı.

Ah bir de Tom&Jerry. 

Bir kız çocuğu için çok aranılan bir durum değil aslında.

Ama babam severdi, 

ben de onun sevmesini severdim..

Bir de deli gibi bunların çizgi romanlarını okumak vardı. Hah işte benim ilgimi çeken kısım.

Tintin'i hiç sevmezdim. Tenten mi demeliyim? Boşver. Televizyonda ya da kitapta hiç bir yerde. Sevmezdim. 

Tom&Jerry'de de tüm o süregelen kovalama kısmı beni yorardı, bıktırırdı.

Ama Asterix'te o rengarenk köyün içindeki abartılı tavırlar ve baskın karakterlere rağmen iki arkadaşın dayanışma ruhu, bir olabilmeleri hoşuma giderdi.

Red Kit'e gelince de Rintintin. Suçlular, yakalananlar, daltonlar, şerifler falan değil.. Tüm şapşallığıyla Rintintin.

Diğerlerinin şarkısı var mıydı yok muydu onu bile hatırlamıyorum. Ama ezberlemeye çalıştığım Red Kit'inkiydi ve sadece bang bang lucky-luke kısmında takılı kalsam da söylemeye devam ederdim.

Gerçekten sevdiğim çizgi filmse bunların hiç biri değildi. Bunlar babama olan bağlılığımdı, sevdiğim çizgi filmler yalnızken izlediklerimdi.

Biriyle ya da birileriyleyken, ortadaki nesne değil de o nesnenin etrafında geçen sürede sıkılıp sıkılmıyor muyum, onun peşindeyim işte ben. En değersiz bir şeyin yanında; yanımda kim var ve ne anlatıyorum ona/onlara? Ne dinliyorum? Gülümsüyor muyum? Bilmediğim bir şeylerden bahsedip gözlerimi açtırabiliyor mu faltaşı gibi? Bu 'değersiz'in yanındaki o ortak an değerli olabiliyor mu?

Dünyanın en manzarasız masası bile dostlarınızla güzel bu yüzden.. 
Ya da baydığınız insanlarla dünyanın en güzel manzarasına karşı içilen kahveler altın fincanlarda mıymış? 
Boş! 












Bi sus

Sevgilileriyle çata çat kavga eden insanları görüyorum. Böyle baya baya kavga ama ya.

İnsan tartışır kavga da eder, olabilir ama bunun bir üslubu olmaz mı? Anlayamadığım, bu kelimeleri sarfedebildikten sonra o adama nasıl tekrar saygı duyabildiğin.. /niz..

Zaten saygı duymuyor musun? O zaman bir dakika. Nasıl yani!? Nasıl sevebilirsin ki o zaman?? Saygı duymadığın bir adamı. Veya kadını. Her neyse.

Derdim başkaları değil. Ne düşündükleri falan hiç değil. Benim derdim kendimle. Ben, bu tür yüzgöz olmalara asla dayanamıyorum.

Yani hayır işte, bunlar insani durumlar falan da değil. Kendini kaybederken, kendini mi kandırıyorsun? 

İki insan, işveren ve işçi, öğrenci ve öğretmen, anne ve çocuk, garson ve müşteri, karı ve koca.. Uzayan liste..

Demek istiyorum ki hayır, iki insan, kavga ediyorlar diye birbirlerine her kelimeyi söyleyemezler.

Hak edene hak ettiği şekilde davranmaktan anladığım benim bu değil. Kışkırtıldın diye kendinden geçmek zorunda değilsin. İnsan ilişkisi, kendini ötekine kanıtlama yarışı hiç değil.

İnsan ilişkileri gerçek anlamda mesafeden besleniyor bana kalırsa. İçiçe geçmişlik sadece zehirli bir sarmaşık gibi içten içe karşınızdakini boğuyor, kanını çekiyor, kurutuyor. Severken de kavga ederken de o mesafe şart. Öyle soğuk donuk bir mesafeden bahsetmiyorum. Ama şu noktada neyden bahsettiğimi anlayamıyorsan anlatmak çok da işe yaramaz zaten. 

Ama gerçek bu.

Yaşam alanı. Yaşam için alan. Yaşadığın bir şeyler olup bitsin de karşındakiyle paylaşabil diye ihtiyaç duyduğun o alandan bahsediyorum. Hani şu ilişkinin ilk gününde pimapenle kaplayıp odaya kattığın o balkon. 

Bu konularda fazla serin olduğumu söylüyorlar. Öyleyim evet. Canımı sıkan insanlara da 'hadlerini bildirmek' gibi saçma sapan uğraşlarım olmaz, olamaz da. Zira bir şeyi düğüm haline getirmektense iplikleri gevşetmeyi faydalı buluyorum. :)

Mevlana'nın sevdiğim bir sözü var: "Mecnun değilim dost; lakin çağırsan çöllere gelirim."

Mecnun olamam ama dostlarım, yakınım dediklerim için her yardımı yapmaya hazırım. Fedakarlık önemli. Gerektiğinde sinirinden fedakarlık yapmak da bu sınıfa girebilir. 

Karşındakine olan sevginin büyüklüğünden, nefsine hakim olmayı denemek belki..

Zaten en büyük savaşı nefsimizle vermiyor muyuz?

Vesselam..





25 Haziran 2014 Çarşamba

İnsanı Tanırken

"İnsan davranışlarına gülmeye veya ağlamaya değil, nefret etmeye hiç değil; onları sadece anlamaya çalıştım." 

Der Spinoza.

Tractatus Politicus

24 Haziran 2014 Salı

Bu yol nereye gider?

Şehirlerarası otobüslerin uğultuları geliyor kulağıma.. Sanki yanıbaşımda herkes uyuyor ve ben o mavi ışığın karanlığında yola bakıyorum. İzlemek denemez, tam olarak bakmak bu.

Ben bu yollarda hep en önde, hep koridor tarafında. Kulağımda sizin seçtiğiniz bir şarkı olsun.

Ara ara bir bebek mızmızlanıyor arkada. Annesi biraz daha sarılsın istiyor. Sarılınca geçiyor. 

Sarılınca hep geçer.

Siz de yolda hep sorun çıkaranlardan mısınız? Yoksa yolu da yolcuyu da yolculuğu da sevip her hali kabullenenlerden mi?

Kabullenmek önemli. Zira kabuldeyseniz; bal köpüğü bir tatlı tat, tüm kalbinizi kaplar da; acıyı yumuşattıkça yumuşatır. 

Neyse. 

Üzülüyorum çünkü şoför ailesinden çok uzakta. İşi bu. Eminim özlüyor onları ama bir soru var kafamda takılı. Ailesinden hep çok uzakta olmak için mi seçmiş bu mesleği? Yoksa bu meslek mi onu ailesinden ayıran?

Soramıyorum. Sormak da istemiyorum. Zaten öyle çok soru sormam ki ben. Kendimi anlatmayı sevmediğimden mi? Özel hayatlara ilgi duymadığımdan mı? Her cevabı duymak istemediğimden mi? Yanıtların yanıltıcı olabileceğini düşündüğümden mi? Hepsi mi? 

Fikrim yok. Kendim anlıcam illa. Anlayacağım, ken-dim. Ne anlatırsa anlatsın, bir insanın sustuklarını dinlemezsem asla tamamen anlayamam. İşte bu yüzden. 

Zaten bana kalırsa..

Bana kalırsa bir insanın mesleğini bile gözleri anlatabilir rahatlıkla. Düşüncelerini elleri. Ayakları hayatla kurduğu ilişkiye dem vurur mesela. Saçları karakterini ele verir. Cesaresini omurgası hissettirir size ve burnu kendine özen gösterip göstermediğini. Mesela siz şu göbeğini içeri çekip yürüyenlerden biri olabilir misiniz?

Hadi canım, yapmayın. Güzel bir elbiseyle durum kurtarılabilir. Dik durun ama.

Ama ben insanların en çok ellerine dikkat ederim. Eller önemli. Eller sözcüklerinizin dans etmeyi sevip sevmediği o alan. Eller kendinizi ispatladığınız iki küçük çimenlik.  

Tırnaklarını yiyor musun? Dur!! Acıyor di mi!! Uf belli işte, yapma. Derim hemen, kıyamam çünkü.

Bu arada küçük bir sır; resim yaparken bilirsiniz ki portresini yapmadıysanız; aslında karşınızdaki insanın yüzünü gerçekten hiç görmemişsinizdir. Ben inceleyemiyorum, sıkılıyorum hemen.

Eller hariç. 

Kısacık yolum, ne kadar uzun.



Tik tok tak

Sadaa

"Bugüne en uzak gün,

dün."

Özdemir Asaf

Tam olarak

"aptal aptal güldüm bir de buna. 
ayşecik vazoyu kırıyor 
ve ‘tamir et bakalım’ diyordu babasına. "

Ayşecik kırıyor. Başkası değil.

Ama,

Ve 

Sonra,

"mesela o zamanlar 
mutsuz olduğunda insanlar, 
yok olurmuş bazı dakikalar.."


22 Haziran 2014 Pazar

Yengeç ve Kova, Pamukla Şeker

Saf mısın kızım!? diyorlar..

Saf mıyım kızım!? 

Neyse ne.

Bir şey öyle oluyorsa, öyle olması gerektiği içindir. Fazlası yok. 

Zaman zaman yengeçliğim tutuyor işte. Hemen içim üzülüyor. Olmayacak şeylere kırılıyorum saçma sapan. Yok öyle mi olmuş da, yok böyle mi yapmış da?..

Sonra kovalığım geliyor. Malum yükselen. Boşveriyorum birden bire. Of banane ya. İnsanların kendi hayatı. İrdeleyemicem hiç. İrdeleyemeyeceğim. Evet. Böyle yazılıyor.

Mutluluk önemli. Kim ne yaparak mutlu oluyorsa, olmalı.

İki ayrı burç. İki zıt karakter. İkisi de içimde. İkisi de dalgalanıyor. 

Biri deniz seviyor, öteki yolda yüzüme esen rüzgarı. Kızıl saçlarımı havalandırıp yanımdakinin yüzüne çarptırsa da çoğunlukla, arabaya dolan rüzgara bayılıyorum. Gülmemek elimde değil. Deniz derseniz, balinasına kadar aşığıyım. Köpekbalığının sivri dişlerine varıncaya dek. Ve denizden çıkanlar, arkadaşlarım benim, asla da yiyemem. 

Tamam, geçelim burayı.

Biri bağlanmamı kolaylaştırıyor, diğeri bağımlı olmamamı. Yengeç ve kova işte.

Biri sarıp sarmalarken, öteki bollaştırıp rahatlatıyor. Denge.

Biri geçmiş şarkıları dinlemeyi seviyor, öteki geçmişe ait koleksiyonları bile sevmez. Çocuk.

Biri konuşsun, dinlensin. Diğeri konuşan bulsun ve dinlesin. Zeka arayışında. Bilgisizse olmaz.

Biri sıcak, biri daha soğuk. Çoğunlukla duygusal. Fazlaca utangaç bazen. Sonra umursamaz. Hele canını sıkacak şeyleri, huzursuzlukları uzatmaya hiç gelemez, kesip atar. 

Kaç kişiyiz? Valla aslında gayet iyiyiz. :):))

Güneş ve yükselen. 

Sahi siz kimsiniz?


21 Haziran 2014 Cumartesi

Evet evet

"Hayatınızda devleştirdiğiniz birisinin, aslında sizinle aynı boylarda olduğunu anladığınızda bir kez daha anlıyorsunuz ki; mühim olan başa gelenler değil verilen tepkilerdir."
Nil Karaibrahimgil

Dolansak mı biraz?

Babam hep der ki, Merve bak hayatın tümünü her şeye ilgi göstererek ve her şeyi deneyimleyerek yaşayamazsın. Kızım bunun ne kadar yorucu olduğunu görmüyor musun? Lütfen arada bir başkalarının tecrübelerine de güven. ...

Beni tanıyanlar bu kısımdaki yüz ifademi az çok tahmin edebilirler.

Başkalarının tecrübeleri mi? İyi ama adı üzerinde onlar bir başkasının ve sırf bu nedenle de benim zerre kadar ilgimi çekmiyor. O tecrübe onun filminde başka bir sona kavuşmuş. Belki benimkinde bambaşka bir sona ulaşacak. Nasıl bilebilirsin? Hayatı nasıl tahmin edebilirsin? Bu sorular babama değil sevgili okur, sorularım bizzat sana.

Bu belkiler işte beni yoldan çıkarıyor.. Peki ama ya ben başka bir yol bulursam? O aynı istikamette dahi gitsem ya o kişi, o sapağı kaçırdıysa.. 

Bana göre tecrübe dediğimiz şey sadece kendimize ait olan bir his. His diyorum çünkü tüm mevcudiyetiyle senin baktığın gözden ilerliyor, senin kanında akmış, senin beyninin kıvrımlarında dolanmış, seninle yürümüş.. Seni heyecanlandırmış, canını yakmış, hayal kırıklığına uğratmış, sevinçten gökyüzüne zıplatmış. 

Seni ya işte seni. Beni olamaz. Seninki de bana uyamaz.

Uymamalı.

Çocukken de büyürken de kabul, farklı ilgi alanlarım oldu. Gerçekten sıkılıp yarım bıraktıklarım da pek az değil. 

Ama şimdi buradan bakınca amacımın derinleşmek değil de denemek olduğunu görüyorum. Deneye yanıla bulmak. Şuna buna eğilimin var'ların ötesinde. Kendi yolumu kendim bulmak. 

Maymun iştahlısın kızım bu da geçecek sesleri kulağımda.. Her şeyden biraz.. Ama olmaz ki böyle. 

Nedenmiş canım o? Bal gibi de olur.

Kimsenin başına gelen üzücü ya da neşeli bir şeyi, kendim için tecrübe olarak kabul etmedim, üzgünüm, hiçbir zaman da etmeyeceğim. Bununla yola çıkmadım, çıkamam da.

Çünkü yol bu. Belki önüne bir çıkan bir koyun sürüsü yüzünden duracak, o araçtan inecek ve yanıbaşında çok şeker bir köyün varlığını farkedeceksin. Gülümseyeceksin. Bir çay içeyim diyeceksin.. 

Bu hayatta asla tek bir seçenek olamaz. Hayat belki de yarın en olamayacak bir şekilde tanıştığın bir insan sayesinde seni bambaşka bir yere götürecek. Bilemezsin ki.. Başkasından almayı düşündüğün o tecrübenin içinde o başkası ve o diğer insan hiç tanışmadılar, o nedenle de o yere hiç gidilemedi. 

Bu yüzden işte, yalvarırım kendine bir dön. İçeride biri sana sesleniyor, duyuyorum ben bile. Dur mu diyor? Git mi diyor? Onu dinle. Ne diyorsa yap. 

Sadece bir tane hayatım var ve o gerçekten çok kıymetli. 

Olasılıklara güveniyorum. Değişime inanıyorum. Canım mı sıkıldı? Hemen kendi elimden tutup kendimi dansa kaldırıyorum. Evet sağım solum her zaman çok belli değil, kabul. Ama tüm samimiyetimle bu ben'im. Bir başkası değilim. Olmayı da hiç düşünmedim.

Burada eğleniyorum. Çünkü burada olmanın başlı başına kendisini çok seviyorum. Her şeyiyle.. Tüm misafirleriyle.. 



1 Haziran 2014 Pazar

Yol

'Sırtımda eski bir çanta, elde bavul, kaplumbağa misali; zihnimde gitmek, yollarda olmak hayali. Bir arayış ki kendim de bilmiyorum neden ya da neyi..'

Tam da böyle diyordum işte o günlerde yollar beni çağırdıkça, bir iki sene öncesi.. 'varmaya değil gitmeye gitmek..' hissiyle oradan oraya..

Elif Şafak'ı sevmem için çok sebebim var ama galiba ilk sırayı bu arayış ve yollarla ilgili cümleleri alıyor..

Varış noktasından ziyade yolun bilinmezliğine olan övgüleri..

Yol bilinmezliği, bilinmezlik arayışı, arayış da seni sana veriyor.