26 Haziran 2014 Perşembe

Bang Bang Lucky Luke

Rintintin'i diyorum, Rintintin'i kimse benim kadar sevemez.

Çocukluğmun vazgeçilmez kareleri arasında, babamla oturup Asterix, Tintin ve Red Kit izlemek vardı.

Ah bir de Tom&Jerry. 

Bir kız çocuğu için çok aranılan bir durum değil aslında.

Ama babam severdi, 

ben de onun sevmesini severdim..

Bir de deli gibi bunların çizgi romanlarını okumak vardı. Hah işte benim ilgimi çeken kısım.

Tintin'i hiç sevmezdim. Tenten mi demeliyim? Boşver. Televizyonda ya da kitapta hiç bir yerde. Sevmezdim. 

Tom&Jerry'de de tüm o süregelen kovalama kısmı beni yorardı, bıktırırdı.

Ama Asterix'te o rengarenk köyün içindeki abartılı tavırlar ve baskın karakterlere rağmen iki arkadaşın dayanışma ruhu, bir olabilmeleri hoşuma giderdi.

Red Kit'e gelince de Rintintin. Suçlular, yakalananlar, daltonlar, şerifler falan değil.. Tüm şapşallığıyla Rintintin.

Diğerlerinin şarkısı var mıydı yok muydu onu bile hatırlamıyorum. Ama ezberlemeye çalıştığım Red Kit'inkiydi ve sadece bang bang lucky-luke kısmında takılı kalsam da söylemeye devam ederdim.

Gerçekten sevdiğim çizgi filmse bunların hiç biri değildi. Bunlar babama olan bağlılığımdı, sevdiğim çizgi filmler yalnızken izlediklerimdi.

Biriyle ya da birileriyleyken, ortadaki nesne değil de o nesnenin etrafında geçen sürede sıkılıp sıkılmıyor muyum, onun peşindeyim işte ben. En değersiz bir şeyin yanında; yanımda kim var ve ne anlatıyorum ona/onlara? Ne dinliyorum? Gülümsüyor muyum? Bilmediğim bir şeylerden bahsedip gözlerimi açtırabiliyor mu faltaşı gibi? Bu 'değersiz'in yanındaki o ortak an değerli olabiliyor mu?

Dünyanın en manzarasız masası bile dostlarınızla güzel bu yüzden.. 
Ya da baydığınız insanlarla dünyanın en güzel manzarasına karşı içilen kahveler altın fincanlarda mıymış? 
Boş! 












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder